2021 DÜNYA NÜKLEER ENDÜSTRİ DURUM RAPORU AÇIKLANDI: GÜNEŞE RAĞMEN DÜNYA HALA SOĞUK VE GRİ (YESİLGAZETE.ORG)

Her yıl dünya genelinde nükleer santrallere ve nükleer enerji üretim süreçlerine ilişkin güncel verilerin istatistiksel analizlerle açıklanarak ayrıntılı özel raporlar eşliğinde paylaşıldığı Dünya Nükleer Endüstri Durum Raporu (WNISR), 2021 yılı için de 28 Eylül günü çevrimiçi etkinlikle tanıtımının ardından kamuoyunun kullanımına sunuldu.

Nükleer santraller gibi hükümetlerle nükleer endüstrinin kontrolü altında yürütülen, dolayısıyla şeffaf olmadığı gibi kamuoyunun net bilgi edinmesinin de kolay olmadığı çok çeşitli süreçlere dair kapsamlı ve güvenilir bilimsel bilgi kaynağı görevi gören bu raporun her bir nükleer reaktörün tüm dünyayı ilgilendiriyor olduğu da göz önüne alınırsa önemi büyük.

Raporda neler var?

Ana hatlarıyla, küresel nükleer endüstrinin çatısı altında operasyon halindeki reaktörlerle inşasına başlanan, devreden çıkarılan ve tamamen kapatılan reaktörlerin sayısı, yine bu reaktörlerin ortalama yaşı ve üretim süreçlerine dair güncel veriler paylaşan rapor, her geçen yılın temasına ve gelişmelerine göre eklenen yeni bölümleriyle gayet dinamik bir karaktere sahip. Zira her geçen yıl küresel salgın, rekor sıcaklıklar, orman yangınları, sel ve diğer aşırı hava olayları etkisini daha fazla hissettirirken WNISR tüm bu yaşananlara nükleer endüstri perspektifinden yaklaşmayı ihmal etmiyor.

Enerji Analisti Mycle Schneider‘ın koordinasyonuyla 13 ülkeden disiplinlerarası uzman ve araştırmacılardan oluşan dev bir ekibin emeğinin ürünü olan rapor dünyanın ileri gelen üniversiteleri tarafından yürütülen akademik analiz ve çalışmalarla desteklenmekte. Biz de Yeşil Gazete olarak, orjinaline şuradan ulaşabileceğiniz raporun Türkiye kamuoyuna ulaşması ve nükleer santraller hakkında güvenilir bilgi paylaşımına katkı sağlaması adına her yıl olduğu gibi değerlendirmemizi paylaşıyoruz.

Titizlendiğimiz bir konuda tek bir yazıyla kapsamlı bir raporu değerlendirmek mümkün olmasa da nükleer konusunda temel başvuru kaynağı taşıyan bu rapora ileriki yazılarımızda atıf yapma ihtiyacı duyacağımız gibi uygun zamanlarda özel bölümlere ilişkin çalışmalarda bulunmayı umduğumuzu da bilmenizi isteriz.  Gelin şimdi küresel endüstride geçen bir yıl içinde ne gibi gelişmeler olmuş 2021 raporunun merceğinden birlikte bakalım.

Fukuşima ve Çernobil’e dair özel bölümler

Genellikle ilgili yılın temasına uygun olarak hazırlanan rapor 2021’in Fukuşima Nükleer Felaketi‘nin 10. ve Çernobil Nükleer Felaketi‘nin de 35. yılı olması bağlamında bu iki felaket hakkında gelişmelerin detaylı olarak açıklandığı özel bölümlerle 409 sayfaya ulaşmış durumda.

Raporda Fukuşima Nükleer Felaketi, bu felaketin yol açtığı sağlık etkilerinin, maliyetinin ve yargıya intikal eden süreçlerin açıklandığı bölümlerle Çernobil Nükleer Felaketi’ne ilişkin sahadaki gelişmeler ayrı bölümler halinde ele alınırken iklim krizine ayrılan bölümde de nükleer santrallerin iklimsel risklerine dair bilimsel öngörüler paylaşılmış bulunuyor.

Dünya hala soğuk ve gri

Bir başka bölümde son yıllarda sıkça duyduğumuz küçük modüler reaktörler (SMR) ele alınırken her yıl daha geniş yer verilen yenilenebilir enerji ile nükleer enerji üretim süreçlerinin karşılaştırmalı analizinin yapıldığı bir bölüm de bulunuyor. Buradaki açıklamalar kapak görselinin ruhunu da teşkil ediyor denebilir. Zira güneş tüm parlaklığıyla karşımızda dururken dünya hala gri ve soğuk değil mi? Nitekim bu durum Türkiye’de de aynı “zorlama” çerçevesinde yaşanıyor.

Zira Türkiye, hazır Paris Anlaşması’nı da yeniden onaylama kararı almışken uygun projelerle yüksek üretim potansiyeline sahip olduğumuz düşük maliyetli güneş ve rüzgar enerjisine ağırlık vermek suretiyle dünyaya örnek olma imkanı varken siyasi ve askeri hedefler belirleyerek nükleer santral sahibi olmak adına Mersin ve Sinop‘taki iki projeyi* ilerletme çabasında ve hatta bir de üçüncüsüne göz kırpıyor. Fakat nihayetinde bu, görsele dair bizim yorumumuz, açıkçası kapak fotoğrafının tasarlayanının anlatmak istediğini sormuşsak da sanatın yoruma açık olduğu belirtildi. Dolayısıyla bu yazıyı ya da raporu okuyup görseli siz kendiniz de yorumlamayı deneyebilirsiniz.

Önsöz Naoto Kan’dan

İçeriğin biraz da ilgili yılın temasına göre hazırlandığından bahsettiğimiz üzere Fukuşima Nükleer Felaketi’nin 10. yılına ithafen felaketin çeşitli boyutlarıyla irdelendiği raporun önsözünün Eski Başbakan Naoto Kan tarafından kaleme alındığını belirtelim.

Başbakanlığı döneminde meydana gelen Fukuşima Nükleer Felaketi’ni hazırlayan koşullarda ihmalleri bulunduğu yönündeki eleştirilere dayanamayarak istifa etmiş olan ve Fukuşima’da yaşanan toplumsal travma sürecinde bir nükleer karşıtına dönüşen siyasi lider Kan, hatırlanacağı üzere Fukuşima Nükleer Felaketi öncesinde Türkiye’nin nükleer santral kurmasını önermiş ancak geçen yıllarda da böyle bir öneriyi yaptığına pişman olduğunu tüm dünyaya ilan etmişti.

Fukuşima sorun yaratmaya devam ediyor

Bugün Fukuşima Nükleer Felaketi’nde gelinen aşamada öne çıkan en büyük problem okyanusa boşaltılması ihtimali her geçen gün güçlenen radyoaktif su, malumunuz. Nitekim miktarı 1 milyon tonu da geçen bu suyun okyanusa boşaltılması girişimlerinin karşısında ekolojik felaketin önlenmesi için de aralarında Türkiye’den yüzü aşkın sivil toplum örgütü ve çevre platformunun da imzalayarak destek verdiği bir dev bir küresel kampanya yürütülüyor.

Fukuşima sonrası diğer bir büyük sorun da hükümet tarafından yok sayılan ya da düşük gösterilmeye çalışılan sağlık problemleriyle ilişkili maliyetler. Raporun bu bölümünde tüm bu muğlaklığı ortadan kaldırmanın amaçlandığı söylenebilir.

Bunlara ilaveten yıllarca nükleer sektördeki usulsüzlükler, dolandırıcılık, kalpazanlık, yolsuzluk ve diğer suç faaliyetleri hakkında sistematik bilgi sunan WNISR’nin, 2021 yılında ilk kez birçok ülkede nükleer enerjiyle bağlantılı çok sayıda ifa edilen suç faaliyetini Nükleer Enerji ve Enerji Suçları adında bir bölüm çatısı altında ele aldığını da görüyoruz.

İçerik ve kapsamı bu şekilde açıkladıktan sonra dünya genelinde nükleer reaktörlerin kaçının operasyon halinde kaçının inşasına devam edildiği, devreden çıkarıldığı, kapatıldığını göreceğimiz istatistiki verilere bakarsak, 2021 yılının ilk 6 ayını da içeren açıklamalar ana hatlarıyla şöyle:

Aktif çalışan reaktör sayısı 415

Raporda, Belarus ve Birleşik Arap Emirlikleri‘nde kurulan ilk reaktörlerin devreye alınmasıyla 1 Temmuz 2021 itibariyle dünya genelinde 33 ülkede 415 nükleer reaktörün operasyonda olduğu belirtiliyor.

2014 itibariyle yani Fukuşima sonrasında reaktör kapatma eğiliminin oluştuğu belirtilen raporda nükleer enerjinin küresel elektrik enerjisi tüketimindeki payında operasyona başlatılanlar kadar kapatılan reaktörlerin de etkili olduğuna dikkat çekilerek bu payın yüzde 4,3 civarında sabit kaldığına işaret ediliyor.

Ülkelere göre nükleer elektrik üretimi

Raporda 2020 yılında nükleer enerji üretiminin 2012 yılından bugüne dek ilk kez azaldığına dikkat çekilirken bu düşüşün pandemi koşullarına bağlı olduğu geçen seneden hatırlanabilir.  Nitekim rakamlara göre yıllık nükleer elektrik üretiminin, bir önceki yıla göre yüzde 3,9 düşüş kaydederek 2020’de net 2.553 milyar kilovatsaat düzeyinde olduğu belirtiliyor. Buna mukabil Çin dışındaki ülkeler açısından yüzde 5,1 civarına tekabül eden düşüşün daha da fazla olduğu belirtiliyor.

Rapor, 2021 yılında Çin’in ilk kez Fransa‘dan daha fazla nükleer elektrik ürettiğini ve   “Beş büyük” nükleer enerji üreten ülkenin (sırasıyla Amerika Birleşik Devletleri, Çin, Fransa, Rusya ve Güney Kore) toplam nükleer elektrik üretiminin yüzde 72’lik kısmını oluştururken yalnızca ABD, Çin ve Fransa’da üretilen nükleer elektriğin bu toplamın yüzde 58’ini oluşturduğu hangi ülkelerin dünyanın kaderini direkt etkilediğini net olarak gösteriyor.

Operasyona başlatılan ve kapatılan reaktörler

Üretim aşamasına gelen reaktörlere istinaden geçen yılın raporunda bahsi geçen 13 reaktörün devreye alınmasının planlanmış olmasına rağmen bunlardan yalnızca 3 reaktörün başlatılabildiğine dikkat çekilen rapora göre, 2021’de operasyona geçmesi öngörülen 10 reaktör için de tahminler gerçekleşmemiş olup aktüel durumda 2021’in ilk 6 ayı içinde 4 reaktör devreye alınmış bulunuyor. Devreden çıkarılan rekatörlerin sayısına baktığımızda ise 2020’de Fransa ile ABD’de 2’şer reaktörün; Rusya ile İsveç‘te 1’er reaktörün kapatıldığını görüyoruz. Raporda, bu 6 reaktöre ek olarak 2021’in ilk yarısında da Tayvan ve ABD‘de toplam 2 reaktörün operasyondan çekildiği belirtiliyor

WNISR’nin tipik özelliğine uygun olarak çeşitli dönemler baz alınmasıyla yapılan karşılaştırmalar ve değerlendirmeler de oldukça ufuk açıcı. Örneğin 20 yıllık bir perspektiften yapılan analiz, 2001-2020 yılları arasında dünyada 95 reaktörün devreye alındığını ve 98 reaktörün devreden çıkarılmış olduğunu gösteriyor. Bu süre zarfında 47 reaktörün operasyona başlatıldığı Çin’ de devreden çıkarılan reaktör bulunmaması ise bir başka yoruma imkan veriyor.

Nitekim 2001-2020 yılları arasında dünyada 95 reaktörün operasyona başlatıldığı ve 98’inin kapatıldığı göz önüne alındığında Çin’de 47 reaktörün operasyona başlatılması ve kapatılan reaktörün olmamasına karşın kapatılan küresel manada 98 reaktörün eksilmesi ve 48 reaktörün eklenmesi birlikte düşünüldüğünde toplam nükleer filodan 50 reaktörlük bir azalmanın gerçekleştiği anlaşılıyor.

Reaktörler giderek yaşlanıyor

Çin dışında, büyük nükleer santral kurma girişiminin görülmediği bu 20 yıllık tarih aralığında dünyadaki nükleer reaktör filosunun ortalama yaşının artmaya devam etmesi ise her yıl bu rapor kapsamında gözler önüne serilen bir diğer gerçek. Ayrıca nükleer reaktörlerin kapatılmadıkları süre boyunca daha riskli duruma geldiğinin de ispatı.  Zira dünya genelinde nükleer reaktörlerin ortalama yaşı 2021’de 30,9 yıla ulaşmış bulunuyor.

Bu açıdan raporda çeşitli sınıflandırmalarla ele alınan reaktör analizi gösteriyor ki, dünya genelinde aktif çalışan reaktörlerin üçte ikisine tekabül eden 278 reaktör, 41 yıl veya daha uzun süredir operasyonda;  buna mukabil 89 reaktör  en az 31 yıldır; 6 reaktör ise en az 51 yıldır çalıştırılıyor.

Bu durum nükleer santrallerin kurulum sürecinin yoğun şekilde gerçekleşmesine bağlı olarak literatüre “nükleer rönesans” ifadesiyle geçen 1970’lerde inşa edilen reaktörlerin 40 yıllık ömürle dizayn edilmiş olduğu gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde reaktörlerin çalıştırılmasına devam etmesinin büyük risk teşkil ettiğini bir kez daha ortaya koymakta.

Rapor ayrıntılı yaş analizini kapatılan reaktörler için de yapmayı ihmal etmiyor. Buna göre 2016 ve 2020 yılları arasında devreden çıkarılan 23 reaktörün ortalama yaşı 42,6 yıl olarak görüldüğü gibi misal 40 yıllık ömür süresine göre 162 reaktörün lisans süresi dolmadan önce kapatıldığı belirtiliyor. (bkz grafik 15)

Raporda nükleer reaktörlerin operasyon ömrünün analiz edildiği gibi dizayn sırasında belirlenen ömürlerinin uzatılmasının da yorumlandığını görüyoruz. Buna göre halihazırda ömrü uzatılarak yetkilendirilmiş reaktörlerin uzatma sürelerinin yeni reaktörler gibi hesaba katılmasıyla halihazırda çalışan tüm reaktörlerin lisanslı ömürlerinin sonuna kadar şebekede kalmasının 95 bin megavata tekabül etmesi örneğin 2030 yılının sonuna kadar 123 yeni reaktörün daha devreye alınmasına denk oluşuyla açıklanıyor.

Daha açık bir ifadeyle reaktörlerin ömrünün uzatılmasına dair yapılan bu hesaplamaya göre 51 yaşını geçen 6 reaktör aslında üretim açısından 12 reaktörün çalıştırılmasına tekabül ediyor ki bu da son on yılda inşa sürecindeki reaktör sayısının iki katı demek.

İnşa sürecindeki reaktörler

Öte yandan rapora göre nükleer santral inşaatların düşüş eğiliminde olduğu gerçeğine rağmen 1 Temmuz 2021 itibariyle 4’ü Akkuyu‘da olan 53 reaktörün inşasına 17 ülkede devam ediliyor.

Bu rakam Çin’deki 18 reaktör inşaatı dahil 2020 raporundaki öngörüden 1 reaktör fazla, ancak 2013’teki öngörüye göre de 16 reaktör daha az.  Zira raporda 17 ülkenin en az 12’sinde yapım aşamasında olan tüm reaktörlerde, çoğunlukla yıl boyu süren gecikmeler yaşandığından ve 31 projenin geçen seneki değerlendirmemizden de hatırlanırsa pandemi koşullarının da etkisi altında ilerlemesinin ötelendiğinden bahsediliyor.

Buna mukabil, raporda inşa programının gerisinde olduğu belgelenen bu 31 reaktörden en az 13’ünün artan gecikmelere uğramasına ilaveten 2020’de 13 reaktörün devreye alınması planlanmış olmasına rağmen sadece 5 reaktörün öngörülere uyduğu ifade ediliyor.

Öte yandan raporda altı çizilen diğer bir husus, 2 reaktör projesinin inşaat başlangıçlarının 36 yıl öncesine dayandığı ki bunlardan Slovakya‘daki Mochovce-3 ve -4 ‘ün daha da ertelenerek devreye alınması sırasıyla 2021 ve 2023’ün sonlarına kadar ötelenmiş durumda.

Operasyona başlaması ötelenen bir diğer reaktör de İran‘daki Bushehr-2. İlk olarak 45 yıl önce 1976’da inşasına başlanmış olan bu reaktör 40 yıllık bir askıya alınma sürecinin ardından 2019’da verilen kararla inşasına devam edilen ve son durumda 2024’te operasyona başlaması umulan bir proje.

Beş reaktör 10 yıldır yapım aşamasında

Bu arada dünya çapında 5 reaktörün 10 yıldan daha uzun bir süredir “yapım aşamasında” olarak listelendiğini anımsayalım. Nitekim bu yılki raporda da Hindistan‘daki Prototip Hızlı Üretici Reaktörü (PFBR) ve Kakrapar-4, Finlandiya‘da Olkiluoto-3 (OL3), Japonya‘da Shimane-3 ve Flamanville- Fransa‘da 3 (FL3) reaktörlerinin tekrar ertelendiğinden bahsediliyor.

Hatırlayacağınız üzere Finlandiya projesi 2021’de pandemi koşullarına bağlı olarak da ertelenmişti. Şimdi raporda Fransa ve Hindistan projelerinde de operasyona başlama tarihinin öteleneceği beklentisinin yükseldiğinden, Japonya’daki Shimane-3 için ise operasyona başlangıç tarihinin bile belli olmadığından bahsediliyor.

Ayrıca rapora göre son 10 yıl içinde 37’si Çin’de olmak üzere toplam 63 reaktörün inşasının tamamlanarak operasyona geçilmesi de yine inşa sürecinin ortalama 10 yıl sürdüğünün göstergesi sayılıyor.

Nükleer yatırımları

Öte yandan raporda Avrupa ve Kuzey Amerika‘nın yenilenebilir enerji yatırımlarının, özellikle Çin’deki reaktör sayısının artmasıyla birlikte küresel düzlemde azaldığına işaret ediliyor (bkz. Şekil 43). Maliyet boyutuyla değerlendirildiğinde ise Çin’deki yenilenebilir enerji yatırımlarının 2008’de 26 milyar dolar iken 2017’de 140 milyar dolara ulaşmasını 2019 yılında 95 milyar dolarlık yatırım, 2020 yılında da 85 milyar dolarlık yatırımların izlediği belirtiliyor.

Bu durumda 2008’den 2019’a yenilenebilir enerji kurulum maliyetlerine bakılırsa bu meblağın 2008’den bugüne Çin’deki nükleer enerji yatırım maliyetine denk olan 85 milyar dolara tekabül ettiği grafikte görülüyor.

10’uncu yılında Fukuşima’ya WNISR bakışı

2011’den itibaren her yılın raporunda Fukuşima Nükleer Felaketi’ndeki gelişmelere dair bir bölüm ayrılsa da bu 10 yıllık zaman diliminin baz alındığı sayı açısından önem arz ettiği üzere biz de yazımızda öne çıkan bazı tespitlere yer verme ihtiyacı duyuyoruz.

Buna göre ilk olarak sağlık etkilerinden bahsetmek gerekirse raporda Temmuz 2021 itibariyle, 218 çocukta tiroit kanseri teşhisi konulduğu ifade ediliyor ki uzman raporlarına göre vaka sayısı da öngörülenin onlarca kat üstünde.

Ayrıca Fukuşima Nükleer Felaketi’nin etkisine maruz kalınan eyaletlerde yaşayanlar arasında kanser bulgularının çevresel radyoaktivite ile doğru orantılı olarak arttığından da bahsediliyor. Yine geçen 10 yılda işçiler arasında resmen Fukuşima Felaketiyle ilişkilendirilen kanser vakalarına rağmen herhangi bir sağlık araştırmasının yayımlanmış olmadığının da bu raporda da altı çizilmiş bulunuyor. Oysa verilere göre de Fukushima, Iwate ve Miyagi eyaletlerinde tahliyenin ardından resmi olarak tanınan “afetle ilgili ölümlerin” sayısı 3 bin 717’ye ulaşmış ve bunların neredeyse üçte ikisi Fukushima’da gerçekleşmiş bulunuyor. Bu açıdan deprem ve tsunamiden ölümlerin yüzde 10 civarında olduğu açıklanmışken Fukuşima’daki ölümlerde bu rakamın yüksekliği dikkat çekici görünüyor.

Radyoaktif suyun okyanusa boşaltılması

Miktarı 1 milyon tonu da aşan radyoaktif suyun ise okyanusa boşaltılması konusu kanser risklerini artıracağı üzere bu işlemin radyoaktif suyun az yüzde 70’inin yeniden işlenmesi ve tamamının 100 kat seyreltilmesi şartına bağlı olduğu raporda belirtiliyor ki bu da yine yıllarca sürecek bir operasyon ve milyonlarca dolarlık ek maliyet demek.

Tabii tek problemin tirityum olmadığını da anımsayalım, zira Fukuşima Nükleer Felakeit’nin 10 yıl dönümü için yayımladığımız yazı ve yaptığımız anma programlarında ALPS sisteminin çalışmadığını 3 yıl sonra başlanacak bu operasyonun 30 yıl süreceğini de açıklamıştık.

WNISR 2021 de bu bilgiyi teyit ettiği gibi son dönemde Dünya Nükleer Enerji Ajansı (IAEA) tarafından destek verilmesi için anlaşmaya varıldığı gelişmesine raporunda yer vermiş.

Maliyet üçe katlandı

Öte yandan Japon hükümetinin Fukushima Nükleer Felaketi’nin 2012 yılında açıklanan öngörülen maliyetlerinin 2021 yılında üçe katlanmış olarak 223.1 milyar dolara ulaştığını duyurmasının yanı sıra bağımsız araştırmalara göre büyük ölçüde radyoaktif su ve atık arıtma gibi bertaraf süreçlerinin türüne göre bu maliyet daha da yükseliyor.

Bizim de 2021 Mart ayında Fukuşima’nın yıl dönümünde paylaştığımız bilgiyi teyit eden şekilde Fukuşima’da öngörülen yeni maliyetlerinin 322-758 milyar dolar arasında gerçekleşmesi söz konusu.

Ayrıca Fukuşima Nükleer Felaketi’nin müsebbibi olan TEPCO yöneticilerine karşı açılan tazminat davalarının da bu maliyetler içinde ele alındığını ifade edelim. Ne var ki bu raporda da görüleceği üzere bu davaların akıbetinin netliğe kavuşmadığı gibi sürüncemede kaldığından bahsedilmekte.

Bununla birlikte WNISR 2021’de Nükleer operatörlerin biri hariç tüm işletme reaktörlerine ve yeniden başlatma girişimlerine dava açıldığına ve Nisan 2021 itibariyle nükleer santrallerin işletmesini askıya alan sekiz mahkeme kararı olduğundan da bahsediliyor.

Raporda 625 balıkçı örgütünün, yerel belediyelerin ve çevre örgütleriyle çeşitli grupların hükümetin kararına sürekli olarak karşı çıktılarına; Çin, Güney Kore ve Pasifik Adası Forumu (PIF) dahil olmak üzere çeşitli ülkeler de yayın planına yönelik endişelerini ve muhalefetlerini dile getirdiğine de bir vurgu var.

Bu bölümde Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Özel Raportörü’nün, “Bir milyon ton kirli suyun deniz ortamına salınması, Japonya sınırları içinde ve ötesinde ilgili toplulukların insan haklarından tam olarak yararlanmaları için önemli riskler oluşturduğunu” belirten ortak bir bildiri yayınladığı bilgisine yer veriliyor.

Nükleer güç ve suç ilişkisi

İlk defa WNISR kapsamında ayrılan bu bölümde Fukuşima Nükleer Felaketi sonrasında tarumar haldeki tesise işçi sağlayan organize suç örgütlerinin olduğuna işaret ediliyor. Bu sorunların salt Japonya ile sınırlı olmadığı ise raporda, Uluslararası Şeffaflık Örgütü‘nün 2020 Yolsuzluk Algıları Endeksi verilerine göre nükleer santral işleten veya inşa eden 35 ülkenin yarısının 100 puan üzerinden 50’nin altında oluşuna dayandırılmasıyla açıklanıyor

Benzer şekilde raporda Rüşvet Ödeyenler Endeksi‘ne göre de ankete katılan toplam 28 ülke arasında en kötü puan alan 10 ülkeden 7’sinin kendi topraklarında nükleer santral işlettiğine veya inşa sürecinde olduğuna işaret ediliyor.

Yenilenebilir enerji gelişmeye devam ediyor

Yenilenebilir enerji üretimine yapılan toplam yatırımın, küresel manada nükleer enerjiye yapılan yatırımların 17 katı olduğu ve 300 milyar ABD Dolarını aştığından bahsedilen raporda pandemi döneminin de verimli geçtiğinin kanıtlandığı belirtiliyor.

Nitekim, 2020 yılının raporunda dünyanın elektrik şebekelerine yapılan beslemenin 256 gigavat düzeyinde (hidroelektirk hariç) yenilenebilir enerjiyle sağlanmasıyla rekor kırdığı bilgisi paylaşılmıştı. Buna göre bu yıl rüzgardan 111 gigavat ve güneş enerjisinden 127 gigavatlık elektrik elde edilirken kapatma ve devreden çıkarmalar da olduğu için nükleer enerjiden net 0,4 gigavat elektrik tedarik edilmiş bulunuyor.

Buna mukabil maliyetlere baktığımızda da geçen senenin spotunda da yer verdiğimiz gibi 2009’dan itibaren güneş enerjisi için maliyetler yüzde 90; rüzgar için yüzde 70 azalırken nükleer enerji üretiminde ise yüzde 33 artmış olduğunu yineleyelim.

Nükleer enerji iklim krizinde dirençli mi?

İklim krizi bağlamında hava koşullarının değişkenliği, yoğunluğu karşısında enerji üretimi ve hizmetlerinin de giderek daha fazla kesintiye uğramasının nükleerin iklim krizi çağındaki kırılganlığına dair önemli kanıtlar ürettiğinden bahsedilen raporda nükleer enerji üretim süreçlerinin esneklikten ve yıkıcı gelişmeleri bertaraf etmekten uzak olduğunu ortaya koyan önemli veriler bu yıl da karşımıza çıkıyor.  Hatta bu bölümde Fransa’dan çok çarpıcı örnekler de paylaşılıyor.

Ancak vaka detayına geçmeden önce nükleer enerjinin aktif olduğu hatta kullanılmış yakıt çubukları için dahi mütemadiyen soğutma suyuna ihtiyaç duyan bir termik santral türevi olduğunu unutmayalım. Çünkü rapor da özellikle nükleer santrallerin kuraklık riskinin bulunduğunun ve kuraklığa dirençli olmadığının altı çiziliyor.

Kuraklık kesintiye neden oluyor

Bu bağlamda karşılaştırmalı düşünmeyi salık vermek amacıyla raporda rüzgar enerjisinin rüzgar yoğunluğuna, güneş enerjisinin bulutluluk ve ortam sıcaklığına endeksli olduğuna dikkat çekilerek rüzgar enerjisinin çıkışı, rüzgar sahalarındaki rüzgar yoğunluğuna, güneş enerjisinin çıkışının da, bulutluluk ve ortam sıcaklığına bağlı olduğu ve örneğin ortam sıcaklığı arttıkça güneş panellerinin veriminin düştüğü ifade ediliyor.

Ancak kuraklıkların nükleer enerji açısından da enerji üretim veriminin düşmesinin ötesinde ısı dalgaları tarafından tetiklenen termal kesintilerin reaktör içinde üretilen termal gücün tahliye edilmesinde sınırlamaya yol açtığı ve düşük güç çıkışı veya sıfır kapasitede tam bir kesintiyi tetiklediği ifade ediliyor.

Raporda son yirmi yıldaki, sıcak hava dalgalarının, nükleer güç reaktörlerinde iklim kaynaklı ilk kesintilerin 1976 gibi erken bir tarihte raporlanmasını izleyen yıllarda ise en büyüğü 2003’te  10-15 gigavata tekabül eden şekilde toplam kurulu nükleer kapasitenin yüzde 16-24’ünü atıl bıraktığından bahsediliyor.

Buna göre 2006, 2015 ve 2018’de gözlemlenen sık sık devreden çıkarmaların da verim düşüklüğüne temel teşkil etmiş bulunuyor. Hatta en son geçen yıl Ağustos-Eylül aylarında da Meuse Nehri‘nin su seviyesindeki azalmanın Belçika sınırındaki Chooz’daki 1450 megavatlık 2 reaktörün 1 ay süresince devreden çıkarılmasına yol açması bağlamında küresel olarak ısınan dünyada bu sorunun diğer santraller için de geçerli olduğuna işaret ediliyor.

Denizde yabancı madde birikimi

Bununla birlikte nükleer santrallerin soğutma prosesini etkileyen yegane faktörlerin kuraklık olamadığını da belirtelim. Nitekim rapor bu yıl mart ayında Bordeau bölgesindeki Blayais tesisine ait 900 megavatlık dört reaktörün üçünün pompa istasyonlarını devre dışı bırakan şekilde denizde yabancı madde birikimi (kirlenme) nedeniyle kullanılamadığı ifade ediliyor.

Bu bağlamda başta İstanbul’da yoğun yaşanarak “Marmara denizinin ölmesi” olarak açıklanan müsilajın nükleer santrallerin soğutma suyunu aldığı denizlerde yaşanması riski de bizce düşünmeye değer.

Yüksek sıcaklık

Raporda nükleer santralin çalışmasını soğutma suyu kanallarının girişini engelleyebilecek denizanası çoğalması, santralin tahliyesini gerektirebilecek orman yangınları, güç kaynağını kesebilecek seller, yol erişimi ve yoğunlaşmaya neden olabilecek deniz seviyesinin yükselmesi gibi risklerin olduğuna da dikkat çekiliyor.

Hatta açıklamaya göre yüksek ortam sıcaklığı seviyeleri, daha büyük iletim ve dağıtım kayıplarına yol açtığı gibi araştırmaların hava sıcaklığındaki her 5 derecelik artış için, tam yüklü bir iletim hattının kapasitesinin ortalama yüzde 7,5 oranında azalacağı da önemli bir bilgi olarak raporda yer alıyor ki buna göre orman yangınları da şebekeyi ciddi şekilde etkileyebilir.

Aşırı hava olayları

Kuşkusuz her zaman vurgu yaptığımız şiddetli fırtınaların, hava olaylarının elektrik santralindeki elektrik güç kaynağı sistemlerini etkileyebilecek özellikleri de söz konusudur ki bunlar aynı zamanda nükleer santralleri daha riskli hale getirmektedir.

Bu açıdan raporda da sel, yıldırım vb. ile görülen, kasırga veya tayfun gibi şiddetli fırtınaların tetiklediği kesintilerin buna dahil olduğundan bahsediliyor ve üzere Kuzey Amerika ile Doğu Asya’daki nükleer santrallerin, özellikle siklon faaliyetinden muzdarip olduğunun altı çiziliyor.

Bütünsel bakma ihtiyacı

Nihayet WNISR bizi nükleer santralleri soğutma suyundan atıklarına kadar tüm bir yakıt çevrimini birlikte düşünmeye davet ediyor. Nükleer enerjinin salt bir enerji üretim kaynağı olarak ele alınmasının sorunlu olduğunu, işlemlerin yakıt çevriminden ari imiş gibi değerlendirilmesinin eksik olacağı belirtiliyor.

Kaldı ki iklim riskleri bile nükleer yakıt çevriminin bütününün esas alınmasını gerektiriyor. Daha açık bir ifadeyle nükleer riskler açısından iklim risklerinin üretim preoseslerine ek olarak uranyum madenciliğinden sevkiyatına, kullanılmış yakıtın yeniden işlenmesine,  atık yönetimine  ve bertaraf tesisleri gibi yakıt tesislerinin güvenliğine kadar hemen her aşamada söz konusu olduğunun kabul edilmesi gerekiyor.

*  Bu yıl da Orta Doğu coğrafyasında ele alınmış bulunan Türkiye’de (bundan sonra da böyle devam edecek görünüyor) 2021’de yaşanan gelişmelere yer verilmediği için uzun değerledirmemizde geçen yılın raporunu tekrara düşmemek adına zaten uzun olan yazımızda ayrıca Türkiye’ye bir paragraf ayırmadık. Geçen senenin rapor değerlendirmesi için bu linke tıklayabilirsiniz.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

Scroll To Top