NÜKLEER KARŞITI PLATFORM ANKARA BİLEŞENLERİ ÇALIŞTAYI
NÜKLEER KARŞITI PLATFORM ANKARA BİLEŞENLERİ ÇALIŞTAYI VE “12 EYLÜL DÖNEMİNDE NÜKLEER SANTRALLER VE NÜKLEER KAZALARA BAKIŞ” KONULU PANEL DÜZENLENDİ
12 Eylül 1980 askeri darbesinin yıldönümünde ‘Barış ve halkların kardeşliği için 12 Eylül etkinlikleri` başlığı altında düzenlenen etkinlikler kapsamında 22 Eylül 2012 Cumartesi günü Nükleer Karşıtı Platform Ankara Bileşenleri Çalıştayı ve “12 Eylül Döneminde Nükleer Santraller ve Nükleer Kazalara Bakış” konulu panel düzenlendi.
Etkinliğin açılışını yapan NKP Ankara Bileşenleri Sekretaryası‘ndan EMO Ankara Şubesi eski Başkanı Ramazan Pektaş, NKP Çalıştayı gündemini okudu ve Çalıştay Divanı‘nı çalışmaları yönetmek üzere kürsüye çağırdı. Çalıştayda, “Mersin NKP Kongresi Bilgilendirmesi, Ankara Yerel NKP Sekretarya Oluşumu ve Çalışmaları Bilgilendirmesi, Ankara Yerel NKP Programı Tartışması, Nasıl Bir Çalışma Tarzı/Nasıl Bir Örgütlenme/Çalışma İlkeleri, Yerel Sekreterya Komisyonları, Nükleer Tehlikeye Karış Doğru Bilgi Merkezi Oluşturulması, Eşgüdüm Toplantısı. Dilek ve Temenniler” başlıkları ele alındı.
“Avrupa üzerinden gelen bir bulut Trakya Bölgesi‘ne geldikten sonra biz Çernobil ile ilgilendik”
NKP Ankara Bileşenleri Çalıştayı‘nın ardından, “12 Eylül Döneminde Nükleer Santraller ve Nükleer Kazalara Bakış” konulu panele geçildi.
Panelde ilk olarak söz alan Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Şükran Soner “Çernobil nükleer santral kazasının yaşandığı dönemde Berlin‘de bilim insanları dünyadan ve kendi ülkelerindeki bütün gıdadan örneklerle yoğun tahlil yapıyorlardı. Ve bu laboratuarlardan çıkan sonuçlara göre radyasyonlu ürünler toplatıyorlardı. Bizim Türkiye olarak Çernobil ile ilgilenmemiz, Avrupa‘dan gelen bir bulut parçasının Trakya‘ya girmesiyle ve dünyanın yaptığı uyarı ile oldu. Trakya Bölgesi‘ne bulut gelip bölgeyi kirlettiği, yağmurlarla birlikte toprak hava su etkilediği için bu bölgemizde ineklerin sütü sağılmadı, insanların tarlalarda dolaşmaması için uyarılar yapıldı. Benzerinin Karadeniz‘den gelen bulutla yaşandığından haberimiz yoktu. O bölgede dünya açısından tarama söz konusu değildi. SSCB, Çernobil‘deki patlamadan sonra kendi derdine düşmüştü. Hiçbir uyarı gelmeyince de Türkiye‘ye gelen buluttan bu ülkenin insanları haberdar olmadı. Aslında Pazar‘daki askeri radar bu bulutun gelişini saptıyor ve Özal iktidarına duyuruyor. İktidar bunun saklanması için o zamanki Atom Merkezi‘ne ve ilgili bütün kurumlara talimat veriyor. Sanıyorum yazılı da olmuş ama belgesi elimizde yok. Nükleer felaketin etkilerinin resmen saklanması isteniyor ve saklanıyor. Bulut saklandığı için yaşam öylece devam ediyor. Yaşamın öylece devam etmesinin iki çarpıcı sonucu oldu. Birisi Mayıs ayında fındıkta bahar açıyor. Batı Karadeniz bölgesi aynı bulutu yoğun olarak almamış. Fındıklara radyasyon alıyor. Fındıklar sonbaharda Avrupa‘ya ihraç edilince burada yapılan titiz çalışma sonucu fındığımızda yoğun radyasyon çıktığı belirtilerek geri gönderildi ve bizlerin durumdan haberi oldu.
Kazanın olduğu yılın Ekim- Kasım‘ında Berlin‘e giden çaylarımızla ilgili de bomba haber çıtı. Çaylarımızda 60 bin bekerel radyasyon çıktı. Bu durum üzerine Kimya Mühendis Semiha Arayıcı telefon etti, ‘birkaç gündür biz grup olarak uyuyamıyoruz kimya mühendisi fakültesi arkadaşlar olarak. Sonunda karar verdik seni arıyoruz ve biz uyumak için seni uyandırıyoruz‘ dedi. Onlar bakkallardan rastgele çay toplayıp toplayıp tahlil almışlar ve çaydaki radyasyon konusunda 30-35 bin bekerel ortalamasında sonuçlar elde etmişler. Ama bunu rapor haline getiremiyorlar, yayınlayamıyorlar çünkü yasak var. Doğrudan doğruya fakülteye gelmiş yazışmalı yasak da var. Dönemin iktidarı ‘Çernobil‘e ilişkin hiçbir araştırma yapılmayacak, rapor düzenlenmeyecek diye‘ yazılar yazmış. Çayın üzerinde çalışmış biri olarak bildiğim gerçek vardı, çay üretimi çok olan bir ülkeydik o zamanlar. Mayıs sürgünü en bol en kaliteli üretilen çaydı. Mayıs sürümü çayın bir kısmını kaliteli çay diye ihraç ederlerdi. Türkiye‘deki piyasaya yarı yarıya geçmiş yıllarda üretilen çayla harmanlayarak sürülürdü. Mayıs çayında 60 bin bekerel olduğunu anladık. Rize‘den toprak aldım, Karadeniz‘in suyundan hamsi balığı ve piyasadan çay örnekleri alıp Almanya‘ya gittim. Benden çok onlar heyecanlandılar. Ertesi gün Karadeniz‘de sonbahardaki kirliliğin Berlin toprağının 7‘de 1 oranda olduğu ortaya çıktı. Mısır, hamsi temiz çıktı. Alman bilim insanları ‘Biz bu olayı çözemedik dediler. Toprak bu kadar temizken çayda niye bu kadar kirlilik var?‘ dediler. Karadeniz dünyanın en derin deniziymiş, yerçekimi nedeniyle birkaç ay sonra Karadeniz‘in yüzeyinde radyasyon bulunması söz konusu değilmiş.
Mayıs yağmuru ile gelen onların izleyemediği ek bulutun varlığının mutlak olduğunu hemen o anda bize söylediler. Bilim insanlarının bize dediği ‘Bizim kayıtlarımızda böyle bir bulut yok. Bulut Batı Karadeniz‘de dik dağlara takıldığı için çok yoğun olarak oraya yağdı ve oraya indi. Mayıs çayı döneminde. Batı Karadeniz‘in dik dağları daha azdır. Oradaki kirlenme daha az olmuş oluyor‘
“Radyasyondan Karadeniz Bölgesi ve çay çok kirlenmişti”
Çernobil nükleer santral kazasından sonra Ege Bölgesi‘nde de bir miktar kirlenme yaşandığını ancak en çok kirlenmenin Karadeniz Bölgesi‘nde ve özellikle çayda olduğunu kaydeden Soner sözlerini şöyle sürdürdü; “O tarihlerde sonbaharda Türkiye‘den yurt dışına giden kokulu yeşil bitkileri de iade ediyorlardı ama onlardaki radyasyon daha düşüktü. Bir miktar Ege‘de kirlenmiş ama Karadeniz çok kirlenmişti. Çay çok kirlenmişti, orada yaşayan insanlar, hayvanlar, o tarihteki sütler, kesilen etler çok radyasyon almıştı. Radyasyon öncesi ve sonrası kanser verileri karşılaştırılırsa çok büyük kanser artışı söz konusu olacaktır. Kanser vakalarında patlama söz konusu olacaktır. Nükleer kirlenmenin ardından birkaç yılda ortaya çıkacak kanser türleri; böbrek üstü ve gırtlak kanseri vakalarının ardından ağır kirlilikle 30-40 yılda çeşitli kanser türlerinin yaygın olduğu görülecektir.Nükleer kirlilikle ilgili engellemelerde siyasi iktidarın, birinci ağızdan Özal‘ın talimatı olduğunu pek çok yerde duydum. Çaykur‘un genel müdürünü görevden aldılar. Ona bilgi verilmemişti o da ‘En iyi çayım‘ diyerek yurt dışına bu çayları göndermişti. Toplanan çayları hortumla yıkasalar, su sıksalar öyle 60 bin bekerel çıkmayacaktı. Çay toplama mevsiminde herkes tarlalarda hele kadınlar. Karadeniz‘de domates de salatalık da tarladan alınır yıkanmadan yenir.
Yaptığımız yayınlarda ‘Ey Karadenizli ve Türk vatandaşı sen çok daha yüksek oranında kanser olacaksın‘ demenin faydası yoktu. Ama radyasyonlu çayı içirmemek gibi insani görevimiz vardı. O tarihte Aralık sonu Ocak‘ta başlayan Cumhuriyet‘te bir ay süren manşetten nükleer kaza haberleri ve yayınları -ki medya bize çok destek olmadı- yayımlandı. Özal başta Özemre arkasından Cahit Aral bakan. Evren de ona katıldı üçü birden çay içtiler. Bardak başına 6-8 bekerelin hiçbir sorun yaratmayacağını anlatmaya çalıştılar. Bir vatandaşın günde 8 bardak içtiğinde oradaki radyasyonu düşünün. Radyasyonun vücuttan çıkma süresi 1 aydır.Paranın ve siyasi erkin para tutkusuyla insan canını nasıl sattığının belgesidir bu. Trakya‘da yapılan Karadeniz‘de yapılsa bu bölgede kanser patlaması olmazdı. Her dönem hâlâ kanser ile ilgili uzmanların Karadeniz‘deki bu oranların çok yüksek olduğunu açıklar dururlar. Bilimsel veriler de gösteriyor Çernobil‘den önce de Hiroşima açısından bilimsel olarak oradaki kanser oranları dünya ortalamasının üzerindedir. Dünya her şeye rağmen yayın yapmaya devam ediyor. Bizim insanların unutmaması gereken bir gerçeği söyleme istiyorum; radyasyon oranındaki bir birim artışın milyonlarca insanın kansere yakalandığı anlamına geldiğini görmek gerekiyor. Türkiye‘deki insan faktöründe önlem almaya ilişkin geçerlilik söz konusu bile olamayacak. Kriz döneminde bile Avrupa ülkeleri nükleer santrallerden vazgeçiyorlarsa, tehdit çok daha fazla büyüdü.”
“ABD‘de 1978‘den bu yana yeni bir nükleer santral yapılmıyor”
Şükran Soner‘den sonra söz alan ODTÜ Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İnci Gökmen konuşmasında Çernobil nükleer santral kazasından sonra Türkiye‘de yapılan bilimsel çalışmaları, bilimsel çalışmaların nasıl engellenmek istendiğini anlattı. Nükleer ile tanışmanın bilim insanlarının atom çekirdeğinin bölünmesinin keşfetmesiyle başladığının altını çizen İnci Gökmen şöyle konuştu; “Çekirdeğin bölünmesini keşfediyor bilim insanları. Bölünme sonucu ortaya büyük bir enerji çıkıyor. Güce hasret insanlar bu enerjiyi kullanarak ne yapabilirizin arayışına giriyor. Kendi ülkelerinde çok sayıda testler yapılıyor. Bu denemelerin ne sağlık etkisi ne çevre etkisi biliniyor, ve denemeler hoyratça yapılırdı. Ortaya çıkan sezyum dünyanın etrafında dolaşıyor. Şu an bile nükleer testlerden etrafta dolaşan sonra yere inen sezyumu gözlemlememiz mümkün
1996 yılında bu denemeler yasaklanıyor. Hâlâ bu yasağa uymayan ülkeler var. Diyorlar ki böyle bir güç var bunu deneyelim. Hiroşima ve Nagazaki gücü gösterebilmek için seçiliyor. Bu iki seçilen şehir de savaştan pek de etkilenmemiş şehirler. Bombanın etkisi nasıl olacağının izlenmesi için bu şehirler seçilmiş. Hiroşima‘da bombadan sonra 70 bin kişi hemen ölüyor, 5 yıl içinde bir 70 bin kişi daha ölüyor. Daha sonra buradaki insanların çoğu kanser oluyor. Hiroşima yetmiyor Nagazaki‘ye de atom bombası atılıyor. Orada da 70 bin kişi bir kalemde ölüyor sonrası da felaket. Arkasından da 1953 tarihinde Eisenhower bir konuşma yapıyor ‘barış için atom projesini‘ başlatıyor. Bu proje ile bu büyük güç nükleer santrallerin yapımı ondan enerji elde edilmesi yolunda kullanılmaya başlıyor.
Nükleer santrali savunanlar, ‘Dünyada binlerce nükleer santral yapılacak öyle fazla olacak ki elektrik enerjisine saat bile takılmayacak çünkü çok ucuz olacak‘ diyorlar. Bütün dünyada 436 tane nükleer santral yapılabildi. 1978‘den bu yana ABD‘de hiçbir santral yapılmadı, plânlanan santral olduğu halde gerçekleştirilemiyor. Tüm dünyada 31 ülkenin nükleer santrali var 436 santralin yarısı Fransa, ABD ve Japonya‘da yer alıyor. Japonya‘da Fukuşime‘dan sonra çoğu kapatıldı. Nükleer santraller, toplam elektrik enerjisinin yüzde 13‘ünü karşılıyor. Nükleer santral olmazsa olmaz gibi bir şey değil.”
“Hemen hemen her gün irili ufaklı kazalar yaşanıyor”
Dünyada yaşanan 3 büyük kazanın yanı sıra hemen hemen her gün irili ufaklı pek çok kaza olduğunu, bulaşma ve sızıntıların yaşandığını kaydeden İnci Gökmen şunları söyledi; Tarihteki 3 büyük kaza ile nükleer santral kazaları diye inceleyin göreceksiniz, hemen her gün irili ufaklı kaza oluyor, bulaşma oluyor sızıntı yaşanıyor. Büyük kazalardan ilki ABD‘de olan kaza. Burada baktığınızda kaza iyi eğitim görmemiş insanlardan kaynaklanıyor. Ne kadar riskleri azaltsanız da buraları çalıştıran insanların hataları nedeniyle çok büyük etkiler yaşanıyor. Burada yaşanan radyoaktif kirliliğin temizlenmesi için 1 milyar dolar harcanmış. Reaktörün yakıt çubuklarının olduğu yer erimediği için 5. sınıftan bir kaza olarak adlandırılıyor. 26 Nisan 1986 yılında Çernobil‘deki kaza yaşanıyor. Reaktördeki operatörler bir deneme yapmak istiyorlar bunu yaparken bütün güvenlik önlemlerini almıyorlar. Hiç hesap etmedikleri bir anda reaktörün kalbinde güç yükselmesi oluyor. Bu durum Çernobil‘in hemen yanındaki kasabadaki insanlardan saklıyorlar. 26 Nisan‘da kaza oldu insanlar 1 Mayıs kutlamaları için sokakta hiçbir uyarı yapılmadı. Bunu yapan yetkililer apar topar kendi çocuklarını trene bindirip uzaklara yolluyorlar. Kazanın etkisi çocuklar üzerinde fazla yaşanacağını görüyorlar. Çernobil üzerinden kalkan bulut İsveç üzerine geliyor. İsveç önce kendi reaktörlerinde kaza olduğunu düşünüyor. Araştırıyorlar kendi reaktörlerinde sorun olmadığını görüyorlar. Dünya kamuoyu Çernobil nükleer kazasını İsveç kanalıyla duyuyor. Herhangi bir nükleer olayda dışarı çıkmamak bir yere kadar koruyucudur. Dışarıya çıktığınızda radyasyona yoğun maruz oluyorsunuz. Radyasyon sadece yenilen içilenle bulaşmaz bulut bizi etkisine alır yağmurlarla radyasyonu yere alır. Çernobil‘de halk bilgilendirilmiyor. Bir gün sonra 135 bin kişinin boşaltılma kararı veriliyor. Şu an kasabanın 30 km çapına kadar ulaşmak mümkün değil orada hayalet bir şehir var.
Biz ODTÜ‘de Kimya Mühendisliği bölümünde bir grup kendi doktora çalışmalarımızda nükleer ile ilgili ölçümler yapıyorduk. Kazayı duyunca ‘eyvah bu bulut bize de gelir ölçelim‘ dedik. Kapsamlı bir sayım sistemimiz yok. Gördüğümüz şeyler yüksek. Türkiye kamuoyu da açıkçası çayla uyandı. Özellikle Cumhuriyet gazetesinde Şükran Hanım‘ın bu konuda işlemesiyle çayın vazgeçilmez içecek olması nedeniyle Çernobil kazası bizim gündemimizde yer etti. Nisan sonu Mayıs yağmurların olduğu, hiç kimsenin uyarılmadan sokağa çıktığı dolaştığı, gıdalardan bol bol maruz kaldığı radyoaktiviteye süreç oldu. Çaylar Almanya‘dan geri döndü haberi üzerine panik başladı. Bize çay örnekleri yağmaya başladı.Yoğun şekilde çayları ölçüyoruz. Çok yüksek değerde olanları kesinlikle geri vermiyoruz. Kamuoyunda medyada sürekli çayla ilgili haberler çıkınca şöyle bir şey oluşturdular: ‘tamam çayda radyasyon olabilir ama marul gibi yenmiyor demleniyor çaya geçmiyor‘ denildi. Biz çayda deme geçme ile ilgili deneyler yaptık. Demlemeden önce sıcak suyla çalkalasanız radyoaktivitenin yarısından kurtulmak mümkün. Bunun hiçbir şekilde kamuoyuna açıklanmasına izin verilmiyor.
Bütün bunlar olurken Türkiye Radyasyon Güvenliği Komitesi diye bir oluşum yapıldı. Komitenin ilk icraatlarından biri yazı hazırlayıp bütün üniversitelere yollamak oldu. Bu komitenin içinde üniversiteler yok, dışişleri, içişleri, kültür turizm bakanlığı yetkilileri bile var ama üniversitelerden temsilciler yok.Şöyle deniliyor bu yazıda, ‘Tek yetkili biziz. Karadeniz‘de radyasyon seviyesini tespit için bazı üniversitelerde gerekli işbirliği yapmadan ölçümler yapılmakta. Türkiye‘de radyasyon ölçümü ve sonuçları etkileri olarak Türkiye Radyasyon Güvenliği Komitesi bilgisi dışında herhangi bir yayın yapılmaması…”
Bizim bölüm başkanımız da böyle bir belge var diye bilgi için bize verdi. Ocak ayına geldik, bir yandan yasak var bir yandan da sorumluluklarımız var, vicdan var. Bu bulgularımızı rapor haline getirip Rektörlüğe sunalım ilgili yerlere iletsin dedik. 27 Ocak tarihli Hürriyet gazetesinde bizim raporumuz manşetten çıktı. Yer yerinden oynadı. O tarihe kadar söylenen şeylerin tersi şeyler var. Demlenme konusu, çaylar toplatılsın, hamileler çocuklar içmesin diyoruz. Genetik etkilerini vurguluyoruz.Halktan bu durumun gizlenmesinde ekonomik kaygıların öne çıktığını gördüm. Böyle bir uyarı yapıldığında çay içilmeyecek, yurt dışına zaten satamıyoruz. Oradan gelecek bir miktar para Hazineye girmeyecek. Birinci neden belki bu oldu. Çaydan alınan radyasyonun sağlık etkisi konusundaki uyarılarımız Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ahmet Özemre‘yi çok kızdırdı. ‘Bunu okuyan kadınlar sakat çocuk doğuracağız diyerek çocuklarını aldırdılar‘ diye eleştirdi. Bunun akabinde bizim Rektörlüğe yazı yazdı.
Bunun üzerine kafalar karıştı. Devlet diyor ki ‘çayda radyasyon yok‘ arkasından ‘var ama zararı yok deme geçmiyor‘ dediler. Bizim raporumuz ‘hayır deme de geçiyor‘ deniliyor. O zaman Sanayi Bakanı olan Cahit Aral bizi davet etti. Şöyle bir yol önerdi ‘tamam sizin ölçümlerinizle ilgili bir takım sorular oluştu. Siz Çekmece‘ye gidin Atom Enerjisi Kurumunun merkezi var. Orada ölçüm sonuçlarınızı kontrol edin.‘ Biz de buna kandık mı diyelim, hazır bir şekilde Çekmece‘ye gittik. Masanın etrafında 14 kişi oturuyor. Dediler ki bize ‘sizin ölçümlerinize itirazımız yok.‘ Bir şey kaleme almışlar bize satır satır onu kabul ettirmeye çalıştılar. ‘Tamam radyasyon var ama insan sağlığına zararı yok‘ dememizi istediler.
Olcay Birgül Hocamız var, Karadenizliydi kendisi. Oradaki insanları yakından göreyim diye yola çıktı trafik kazasında öldü. Olcay Hanım büyük bir öfkeyle ‘hadi çıkıyoruz‘ dedi biz toplantıyı terk ettik.Çeşitli kurum başkanları görevden alındı. Maalesef belli miktar çay tüketildi. Çayın ciddiyetinin farkına varınca Atom Enerjisi Kurumu hesap yapmışlar. Ellerindeki temiz çayları alıyorlar radyasyonlu çayla harman yapıyorlar. Toplamda alınan dozda bir fark olmuyor. O bulut belki ufaktı. Konuyla ilgili OECD raporu vardı Türkiye‘nin aldığı doz miktarı Rusya‘dan sonra ikinci değerdeydi. Türkiye‘de oldukça fazla kişi etkilendi. Bunun büyük kısmı maalesef çay içme nedeniyle oldu. Çay toplayanlara her türlü yolla çok fazla radyasyona maruz kaldılar. İkinci yıl çaylarda değerler düştü. 1993 yılına geldiğimizde kanser ile ilgili sözler tekrar gündeme geldi. İnsanlar feryat etmeye başladı. Karadeniz‘de her ailede birkaç kişi kanserden ölüyor diyorlar. Sağlık Bakanlığı toplantı düzenledi. Bakanın ve YÖK Başkanının katıldığı program oldu.
Reha Muhtar, Ahmet Özemre‘nin mektubunu okudu böyle mi düşünüyorsunuz dedi. Özemre ‘evet‘ dedi. Bizi hâlâ bir çok çocuğun katili olarak görüyor. Özemre ile ilgili dava açtık. Olcay Birgül adına bir vakıf kurmuştuk. Oradan kazandığımız parayı bu vakfa bağışladık.Kirli çayların toplatılmasına katkısı olduğunu düşünüyorum yaptığımız şeyi.”
“Felaketten sonra on yıl içinde bütün hastalıklarda kar topu etkisiyle artış görüldü”
Prof. Dr. İnci Gökmen‘den sonra söz alan Ankara Tabip Odası‘ndan Dr. Derman Boztok, “12 Eylül haftası içinde nükleeri tartışıyoruz. Çok açık bir bağlantı var. Gerek nükleer enerjiyi gerek nükleer silahları egemen kapitalizm iktidarı insana dayatıyor. Egemen sınıfsal kapitalizm bunu tüm dünyaya dayatıyor ve insan sağlığına karşı kullanıyor. 12 Eylül bugün devam ediyor. 12 Eylül demek 24 Ocak demek. Türkiye‘nin küresel neo-liberal sisteme uyumlandırılması demektir. 12 Eylül denince Kenan Evren akla geliyor ama askerleri kim kullandı bunları biliyoruz. Bugün askerleri içeri alan AKP küresel gücün emrinde olarak yanı şekilde nükleer santralleri belki ilerde nükleer silahları kullanma durumunda olacak. Zira bütün Ortadoğu savaş yaşıyor” diyerek başladığı konuşmasını şöyle sürdürdü, “Çernobil dünyadaki en büyük nükleer santral kazası ve 162 bin km‘lik bir alanda yaşayan 9 milyon kişi etkilendi. Burada 900 bin ila 1 milyon 800 bin kişinin öldüğü tahmin edilmekte, 400 bin kişi göç etti. Radyasyonun yanı sıra yoksulluk, sağlıksız yaşam ve ruhsal sorunlar da insanları olumsuz etkiledi. Patlamanın gerçek etki düzeyi hâlâ belirsiz ve gizli. 12 Mart 2011 tarihinde Japonya Fukuşima‘da yaşanan nükleer santral kazası bütün Japonya‘yı etkiledi ve Pasifik Okyanusu‘na yayıldı.
Radyoaktif Partiküllerin Giriş Yolları ve Hedef Organları
İzotop |
Etki Yolu |
Hedef Organlar |
Yarılanma Ömrü |
İyot-131 |
Yutma, soluma |
Tiroid |
8 gün |
Rutenyum-103 |
Dış, soluma |
Bütün vücut, akciğerler |
39,4 gün |
Rutenyum-106 |
Soluma, yutma |
Akciğerler, GİS |
368 gün |
Stronsiyum-90 |
Yutma |
Kemik yüzeyleri ve iliği |
28,8 yıl |
Sezyum-137 |
Soluma, yutma |
Kemik yüzeyleri |
30 yıl |
Plutonyum-239 |
Soluma |
AC, kemik, böb, KC, dalak |
24 100 yıl |
Seryum-144 |
Soluma, yutma |
Akciğerler, GİS |
284 gün |
Çernobil Felaketinin Sağlık Etkileri:
Özellikle santral temizleyicileri, felaket bölgesinden boşaltılan kişiler ve radyasyona maruz kalanların çocukları etkilendi,
Yanıklar, akut radyasyon hastalığı (bulantı, kusma, kanama, enfeksiyon, nörolojik boz), ölümler,
Felaketten sonra on yıl içinde bütün hastalıklarda kar topu etkisiyle artış görüldü:
Bütün vücut ve organlarda bedensel bozukluklar
Bağışıklık sisteminde zayıflama
Ciddi kalp-damar hastalıklarından erken ölümler (kalp krizi ve felçler)
Süreğen barsak hastalıkları
Tiroid ve pankreas bezinin süreğen hastalıkları
Sinir ve ruh sağlığı bozuklukları (düşük düzey radyasyonla)
Ölü doğum ve bebek ölümlerinde artış
Doğuştan olma bozukluklar, kanserler, kısırlık
Bütün Avrupa‘da Çernobil‘e bağlı kanserler:
Tiroid
Lösemi
Meme kanseri
(Yine özellikle çocuklarda) beyin tümörleri
Genetik bozukluklar (kuşaktan kuşağa geometrik artan genomik istikrarsızlıklar)
Yaşlanmanın hızlanması (beyin, göz damarlarında yaşlanmaya bağlı katarakt, görme bozuklukları, zihinsel yeteneklerde azalma) etkileri görüldü.
Çernobil özellikle çocukları etkiledi;
6500 çocuk tiroid kanserine yakalandı
1 yaşın altındaki çocuklarda radyasyona bağlı kanser riski yetişkinlerin 3-4 katı,
Anne karnındaki fetüsler en fazla etkilenen,
Nükleer Santrallar kaza olmadan da zararl.
Almanya‘da ulusal düzeyde araştırma:
5 km uzaklıkta yaşayan 5-yaş altı çocuklarda lösemi iki kat fazla
50 km den fazla uzaklıkta artmış risk
Atıklar:Plutonyum-239 yarılanma ömrü 24 400 yıl, milyonlarca yıl kuşakları tehdit ediyor
İlk reaktörler nükleer silah için plütonyum üretmek üzere yapıldı.Plütonyum, güç reaktörleri için ya da nükleer silahlarda kullanılır. Nükleer enerjinin sivil amaçtan askeriye dönüşmesini engelleyici bir garanti yok.Parçalanabilir maddeler (yüksek zenginleştirilmiş uranyum – HEU – ve plütonyum) nükleer silahların temel girdileridir; nükleer silahsızlanma için kontrolleri kritik önemdedir
ICAN önerileri:
BM, IAEA aracılığıyla bütün uranyum zenginleştirme kapasitesini denetlemeli; IAEA kaynakları güçlendirilmeli,
HEU sivil kullanımlardan ve askeri gemilerde itici güç olarak kullanımdan tamamen kaldırılmalı,
Kullanılmış yakıttan yeniden işleme ile plütonyum elde edilmesi durdurulmalı ve yasa dışı ilan edilmeli,
Parçalanabilir madde stokları uluslararası kontrol altına alınmalı, mümkün olduğu ölçüde ortadan kaldırılmalı,
Nükleer enerjinin teşviki, IAEA amaçlarının kapsamından çıkarılmalı,
Ülkelere yenilenebilir enerji teknolojisine ulaşmada teknik destek sağlanmalı,
Nükleer Silahlar
İnsanlığı ve küresel güvenliği tehdit eden 23300 kadar nük. silah – binlercesi anında karşılıklı ateşlenmeye hazır
Sağlık, eğitim ve diğer kamu hizmetlerine ayrılması gereken kaynakları gaspediyor:
Sadece ABD yılda $40 milyar harcıyor. Bu kaynaklar ile 2030‘a kadar dünyada yoksulluğu sonlandırabilir
1 megaton nükleer bomba etkisi:
3km: güneşten sıcak radyoaktif ateş topu; 1 m ton TNT gücü; herkesi öldürüp buharlaştırıyor
5km: büyük çoğunluk patlama yaralanmaları, geniş yangınlarda boğulma, ani radyasyon hast nedeniyle hemen ölüyor
10km: toplumun yarısı travma ve yanıklarla ölüyor; çoğu kısa sürede yangınlar ve radyasyona yenik düşerek ölüyor; hiçbir tıbbi bakımın yararı yok
20km: paramparça olan pencere vb. uçan yıkıntılar öldürücü
80km: patlamaya bakanlar kör oluyor; takip eden aylar ve yıllarda on binlerce insan radyasyon hastalıktan ve kanserlerden ölüyor
İnsanlığı ve küresel güvenliği tehdit eden 23300 kadar nükleer silah – binlercesi anında karşılıklı ateşlenmeye hazır
ABD:9400, Rus:13000, Fra:300, Çin:186, İng:160, İsr:80, Hin:60-70, Pak:60, KKore:10; ayrıca Alm, Bel, Hol, İta ve Tur: 480 ABD/NATO
Nükleer Atıklar
Nükleer atıklar zincirin bütün halkalarında ortaya çıkar
İnsanoğlunun yarattığı en zehirli maddeler arasındadır
Binlerce kuşak boyu varlığını sürdürür
Çok çeşitli nükleer atık vardır; özellikle “Yüksek Düzey Atık” önemlidir: kullanılan/ yakılan ve reaktörden alınan yakıt çubukları
1945‘ten bu yana olağanüstü miktarda plütonyum üretilmiştir (1600 ton nük reaktörde, 250 ton nükleer silah üreten askeri reaktörlerde)
BM parçalanabilir materyel kontrolü çağrısından (1993) sonra küresel ticari plütonyum stokları iki kat arttı (273 metrik ton) – askeri stok 249 ton (IAEA 2003)
Her yıl nükleer reaktörler 70 ton plütonyum üretiyor
Milyarlarca dolarlık yatırıma karşın, atıklar için uygulanabilir, güvenli ve sürdürülebilir çözüm yok
Nükleer Savaşın Önlenmesi İçin Uluslararası Hekimler Birliği Görüşleri
- Nükleer güç ve nükleer silah ilişkisi (plütonyum ve diğer bölünebilir maddeler)
- Reaktör ve atık havuzlarında atom bombalarının binlerce katı radyoaktif izotop birikmesi; hava, toprak ve suya karışmaları (Kanserler: I-131 tiroid: Cs-137 KC, böb; Sr-90 lösemi; Pu-239 AC)
- Çevre yıkımı (kullanılamaz ve yaşanamaz alanlar)
- Terör saldırı hedefleri (büyük şehirleri boşaltma gereği, ekonomik tsunamiler)
- Küresel ısınmayı önleme etkisi yok (her biri milyarlarca dolarlık yüzlerce santral ve yetişmeyecek yapım zamanı; sınırlı uranyum kaynakları – Çözüm: yenilenebilir rüzgar ve güneş enerjisi)
Nükleer silahlar güvenlik sağlamaz!
Onlar bizi yok etmeden biz onları yok etmeliyiz!
Nükleer güç, küresel enerji gereksinimini karşılamaz!
Yaratılan en tehlikeli teknolojinin hata/ kaza yapmasına izin verilemez!”
Panel izleyicilerin sorularının panelistler tarafından yanıtlanması ile sona erdi.