DÜNYAMIZDAN VE DOĞAMIZDAN KİRLİ ELLERİNİZİ ÇEKİNİZ!

Değerli Basın Emekçileri, Sevgili dostlar merhaba;

Çöp teknolojisi cenneti olmamak için; yaşamı, doğayı ve çocuklarımızın geleceğini savunmak için; doğanın talanına, tarihimizin yok edilmesine, termik santrallere ve nükleer santrallere karşı direneceğiz!

 Yaşadığımız Dünya Bize  

Atalarımızdan miras değil,

Çocuklarımızın emanetidir.

( Kızılderili Atasözü)

Bu gün 5 Haziran Dünya Çevre Günü! Bundan 48 yıl önce; 1972 yılında İsveç’in Stockholm kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda alınan bir kararla, “5 Haziran Dünya Çevre Günü” olarak kabul edildi. Geçtiğimiz yıllarda, “İnsanları doğaya bağlama” teması ile temiz bir ortamın insanlığa sağladığı temiz gıda güvenliği ve gelişmiş sağlıktan, Ekonomik ve Ekolojik yaşamı sağlamaya, su temini ve iklim istikrarına kadar geniş faydalara dikkat çekilmişti.

Ancak; son birkaç aydır küresel olarak yaşanan COVID-19 salgını ulusal ve bölgesel sınırları yerle bir ederek tüm gezegene yayıldı! Koronavirüs’ ün yayıldığı ülkelerde devletler süreci tedavi edici yöntemleri, sokağa çıkma yasakları ve karantina ile yönetmeye; insanları bulundukları binalara, beton yapılarının içine ve bireyselliğe hapsederek aşmaya çalışmaktadırlar.

Ülkemizde de Küresel Covid-19 salgını dolayısıyla toplumun; sosyal, psikolojik, ekonomik ve ekolojik açıdan büyük sıkıntılar yaşadığı bir dönemde; salgınla mücadele edemeyen, ekonomik çöküntü içinde çıkış bulamayan siyasal iktidar, çareyi salgını fırsata dönüştürmekte buldu. Yaşamakta olduğumuz salgın, aynı zamanda kapitalist sistemin yarattığı ekolojik ve ekonomik krizlerinden biridir. Kapitalist sistem yaşamı, yaşam alanlarını, doğal varlıkları içine alarak ekoloji krizlerini derinleştirdikçe canlılar baş edemeyecekleri durumlarla karşı karşıya kalmaktadır.

Yüzyılın başından itibaren tanışmak zorunda kaldığımız SARS ve MERS bulaşıları ile aynı aileden olan Covit-19; insanlarda ölümcül bir etkiye ulaştı. Canlıların yaşam alanlarına tecavüz eden yapılaşmalar, endüstriyel atıkların zehirleyici etkisi, doymak bilmez bir iştah, sağlıklı gıdaya ulaşmadaki korkunç eşitsizlikler ve daha niceleri kapitalist sistemin suçudur. Şurası açıktır; kapitalist üretim sistemi değişmedikçe bu krizleri yaşamaya devam edeceğiz.

Bu nedenle de, kapitalizmin yarattığı ekolojik krizler derinleştikçe, gelecek için çözüm arayışları ekoloji politik perspektifi ile kapitalizme karşı yaşamın yeniden inşasını, dayanışmayı, toplumsal örgütlenmeyi sağlamaya mecburuz. Fiziksel mesafeyi korusak bile, sosyal mesafede yakın durmalıyız.

Sosyal devlet anlayışına sahip birçok ülke de böylesine olağanüstü bir dönemde vatandaşlarının ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik örnek adımlar atılırken, Ülkemizde ise toplumun beklentisinden uzak tamamen sermayeden yana ekonomik paketler açıklandı, Kanal İstanbul Projesi ihalesi gerçekleştirildi, SİT alanları ve tarımsal alanlar kullanıma açıldı. Salda Gölü Millet Parkına dönüştürülmek isteniyor. Karadeniz bölgesinde yer altı varlıklarımız uluslararası şirketlere peşkeş çekiliyor, Siyanürle Altın madenciliğinin önü açılarak yaşam alanlarımız yok edilmeye çalışılıyor. Ülkemizin tarihi değerleri kapitalizmin çıkarları uğruna yok ediliyor. Kıyılarımıza gereksiz ve yasalara aykırı yapılaşmalar sürdürülüyor. Ülkemizin Kuzeyinde Sinop İnceburun Yarımadasında Güneyde de Mersin/Akkuyu’da gelişmiş ülkelerin kendi ülkelerinde yapmak istemedikleri ama ülkemizde yapılmasını planladıkları Nükleer Santraları bize dayatmaktadırlar.

Uyguladığı, antidemokratik, gerici ve baskıcı politikalar ile sermayenin karşısında verdiğimiz mücadeleleri, bir tehdit olarak gören hükümet siyasi mantığa sığmayan, ahlak dışı bir anlayışla halkların üstündeki Faşist baskıyı arttırıyor. Bu da yetmiyor; Bu mücadelemize omuz veren TMMOB, TTB ve Barolar Birliğinin Yasal statülerini değiştirmek için kanun teklifleri hazırlıyorlar.

Demokratik kurumlara saldırının arkasında yerli ve uluslararası sermaye gruplarının talepleri olduğunu biliyoruz. Bu ülkenin ve toplumun ortak çıkarlarını, kamu yararı ilkesinden vazgeçmeden savunmaya da devam edeceğiz.

Kapitalizmin dayattığı kriz karşısında Antikapitalist mücadeleyi de geliştirmek bizim görevimiz olacaktır. Pandemi süreci sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Tabii ki kapitalizm havlu atmayacaktır. Ama halkın direnişi kapitalizmin çöküşü olacaktır.

PARİS ANLAŞMASI NEDİR?

İklim değişikliğini kontrol altına alma ve küresel ısınmayı önleme amacıyla 2015’te Paris’te varılan mutabakatı 197 taraf ülkeden 147’si imzalamıştı. Antlaşma atmosferdeki sera etkisiyle ısınmanın sanayi öncesi çağa kıyasla 2C0 derecenin altında tutulmasını öngörüyor.

Serbest piyasa ekonomisini toplumun her derdine deva olarak öne süren yalanlara rağmen, halen başta Afrika ve Asya kıtalarında yaşayanlar olmak üzere dünyada 1.1 milyar insan güvenli içme suyu, 2.4 milyar insan ise arıtma hizmetlerinden yoksun yaşıyor.

Her yıl 22 milyon ton karbon gazı atmosfere karışıyor ve sera etkisi yaratarak, atmosferin ısınmasına -İklim değişikliğine- neden oluyor. Ortalama küresel sıcaklık son 5 – 6 yılda normalden 100 kat hızlı artış gösteriyor. Dünya nüfusunun % 20’si dünya zenginliğinin yüzde 80’inden fazlasına el koyarken, yenilenemez enerjinin %80’i, temiz içme suyunun % 40’ı da aynı % 20 tarafından kullanılıyor.

Her yıl milyonlarca hektar orman alanı yok oluyor ve bugünkü tüketim düzeyi devam ederse petrol rezervinin 50, doğalgaz rezervinin ise 70 yıl içinde tükeneceği tahmin ediliyor. Bitki ve hayvan türlerinin giderek soyunun tükendiği, çölleşmenin arttığı, genetik çeşitliliğin yitirildiği, gıdalarımızın kimyasallarla dolduğu ve denizlerin kirlendiği bir yüzyılın başındayız.

EKOLOJİK KRİZ ve NÜKLEER KARŞITI MÜCADELE!

(TÜRKİYE NÜKLEER SANTRAL İSTEMİYOR!)

Çernobil’de havamızı, Fukuşima’da suyumuzu kirleten çok zor ve yakıcı günlerden geçiyoruz. Faşizm kurumsallaşıyor. Yerel halkın itirazlarına rağmen bir nükleer belası başımıza musallat edilmiş durumda. Türkiye’nin cennet köşelerinde; Akkuyu’da ve Sinop’ta Nükleer Santral yapılması isteniyor.

Türkiye adım adım bir Nükleer bataklığa sürükleniyor. Siyasal iktidar Hayati önemdeki bu konuda karar alırken her türlü hukuksal süreçten kaçmaya çalışıyor. Nükleer santralleri Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) sürecine tabii kılan yargı kararlarını, dahası yaşamı yok sayıyor. Yargı kararlarının aksine Nükleer kazalara bile gerek kalmadan sadece atıkları ile yaşamı, tüm canlıları yüzlerce yıl radyasyonla yok edecek santrallara izin ve ruhsat süreçlerinde yasal muafiyetler tanımaya devam ediyor.

Nükleer santrallar kurulmaya başladığından bu yana dünyanın her yanından nükleer sızıntı / kaza haberleri gelirken, radyasyon kaynaklı ölümler, genetik yıkımlar Çernobil ve Fukuşima’dan beri hala sürerken, bununla ilgili bilimsel verilere rağmen gerçekler yok sayılmaya çalışılıyor. Çernobil ve Fukuşima’nın etkileri halen devam ederken; iktidar, doymak tükenmek bilmeyen bir hırsla Sinop ve Akkuyu’ya nükleer santral yapabilmek için Türkiye halklarına yalan söylemeye, doğayı ve yaşamı hiçe sayan katliam projeleri üretmeye hala devam ediyor.

Çernobil’den bu yana 34 yıl, Fukuşima felaketinden buyana 9 yıl geçti. Çernobil, Karadeniz başta olmak üzere Türkiye’nin her yerini vurdu. Fukuşima’da oluşan radyasyon yüklü bulutlar dünyayı en az dört kez dolaştı, dolaşmaya da devam ediyor.

Değerli Basın Emekçileri Sevgili dostlar;

Dünyada var olan reaktörlerin hiç birinde Nükleer atık sorunu çözümlenememiştir. Çünkü bunun çözümü pahalı ve riskli bir iştir. Ülkemizde yapılması planlanan Akkuyu Nükleer ve Sinop Nükleer Güç Santralleri ile ilgili imzalanan ön anlaşmaların hiç birinde atıkların çözümünden söz edilmez. Eğer bu santralların kurulmasını engelleyemezsek Atıklar sorunu Türkiye’nin sorunu olarak kalacaktır.

Artık Türkiye Nükleer Santraller konusunda bir iç muhasebe yapmak zorundadır. Sırf rant elde etmek uğruna ülkenin kaderiyle oynanmamalıdır. Buna izin vermiyoruz. Vermeyeceğiz.

Dünya Çevre Günü’nde çocuklarımıza sağlıklı bir çevrede yaşama olanağı tanıyabilmek için bir kez daha Nükleer Santrallere, Nükleer Teknoloji Merkezine, Termik Santrallere, HES ve Doğa Katliamlarına Hayır diyoruz.

5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde küresel sermayenin kalkınma senaryoları adı altında yarattığı tüketim çılgınlığına karşı sesimizi yükseltelim!

Biz Nükleer Karşıtları olarak; Ne Sinop’ta, Ne Akkuyu’da ne de Türkiye’nin bir başka yerinde Nükleer Santraller kurulmasına izin vermeyeceğiz.

Kısaca anlatmak gerekirse biz diyoruz ki;

  • Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz.
  • Ne Sinop’ta Ne Akkuyu’da ne de herhangi bir yerde Nükleer santral yaptırmayacağız!
  • Sinop Nükleer Santral İstemiyor!
  • Mersin Nükleer Santral İstemiyor!
  • Size Nükleer Santral Yaptırmayacağız!
  • Bu topraklarda Nükleer Çöplük Olmayacak!
  • Ölüler Elektrik Kullanmazlar!
  • Nükleere İnat Yaşasın Hayat!

 

NÜKLEER KARŞITI PLATFORM YÜRÜTME KURULU
5 HAZİRAN 2020

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

Scroll To Top