JAPONLARA NÜKLEER ENERJİ SANTRALLARI KURDURTMA GİRİŞİMLERİ ŞAİBELİDİR VE KESİNLİKLE DURDURULMALIDIR
17 Aralık itibariyle kamuoyunun şaşkınlıkla izlediği gelişmeler, iktidarın tüm kurumlarıyla saydam ve hesap verir olduğu, alnı açık ve çağdaş demokratik bir rejimin 21. Yüzyıla varan Türkiye’de asla yanına varamayacağımız uzak bir hayalden ibaret olduğunu sertçe yüzümüze çarpmıştır. On bir yıldır ülkemizin hem fiziki hem sosyal yapısını şekillendiren tek parti iktidarı neredeyse tamamen tek adam iktidarına dönüşmüş, tüm kararlar tek elden alınır olmuştur.
“Biz hem yasama hem yürütmeyiz” demeye kadar varan bir teklik saplantısı, demokrasiyi devre dışı kılmıştır. Savunma ya da enerji üretimi, ulaşım ya da kentsel yerleşim gibi çeşitli stratejik konularda geleceğimizi şekillendirecek girişimler için ne halka ne bilim insanlarına ne uzmanlara danışılmamış, çıkarlarımızın tersine adımlar atılmış; yeri geldiğinde kanunlar çiğnenerek, anlık eğilimlerle iktidarın yakın politik- ekonomik çıkarları doğrultusunda, olmayacaklar oldurulmuştur. Bu vahim sonuçların bazılarından, belki birkaç neslin çok çalışmasıyla dönüş mümkün olabilir, geride kalmışlık bertaraf edilebilir; ancak son skandallarla neredeyse “topal ördek” konumuna düşen ve tüm kabinesi değiştirilen bu iktidarın Türkiye`yi asla dönüşü bulunmayan çıkmaz sokaklara sokmak üzere olduğu konusunda HALKIMIZI yüksek sesle uyarmak isteriz.
Kabinesi darmadağan, siyasi itibar kaybına uğramış olan Başbakan birkaç günlük Japonya ziyaretinde nükleer enerji ve başka stratejik konularda bağlantılar yapmaktadır
Nükleer enerji binlerce yıl görünmeden yanan, suyla sönmez bir ateştir. Ateş düştüğü yeri yakar, Çernobil ve Fukuşima halkları bunu en iyi bilenlerdir. Öyle, bir iki değil, gelecekteki sayısız nesil bugün yapılan anlaşmalar yüzünden Türkiye coğrafyasında büyük bir belayı miras edinmek üzeredir. Yolsuzluğa batmış olduğu iyice ortaya dökülen mevcut iktidarın, ülke topraklarını binlerce yıllık kirliliğe terk edeceği girişimlerine şimdi ve hemen “DUR !” demekteyiz.
Tek adam iktidarlarının alamet-i farikası “dünyanın en büyüğü” yaftası yapıştırılmış yatırımlar ülkemizde son on yılda bir bir boy gösterir olmuştu,
devasa Karadeniz otoyolu, devasa Çağlayan Adalet Sarayı, Çamlıca`ya dev Cami, Ankara Atatürk Orman Çiftliğine dev Başbakanlık Sarayı, Gezi Parkına dev Topçu Kışlası kılığına girmiş AVM, Kuzey Ormanlarına dev Havalimanı, dev 3. Köprü, dev Kanal İstanbul, dev sayıda Hidroelektrik santral lisansı, dev sayıda Termik Santral lisansı, dev sayıda maden arama lisansı şeklinde uzayan bir liste, ortada durmaktadır. Dev bütçeli iki nükleer santral bu listede ayrı bir yer tutmaktadır. Herhangi bir ülkede aynı anda iki farklı tipte ve yabancı yükleniciler eliyle nükleer santral inşasına girişildiği görülmüş değildir.
Bu iktidar, her yıl git gide devasa açık veren bütçeleriyle ülkeyi yönetmiş, 2012 ve 2013 yılını TBMM denetime tabi olmadan kapatmıştır. Ulusal sermayemizi, tüm doğal kaynakları pazarlama, pazara açmayı kendine şiar edinmiş bu iktidar özelleştirmenin yetmediği yerde krediler ve uluslar arası taahhütlerle politik nüfuz alanını geliştirirken medya manipülasyonlarıyla gerçeklikten habersiz bırakılan halk, borçlandıkça borçlandırılmıştır. Doğal çevre hesapsızca talan edilmiş, ülkemizde çalışan ve vergi veren nesillerin emek ve birikimleri on yıl gibi kısa bir sürede erimiş, halkımızın sosyal ve ekonomik beklentileri erişebileceği çağdaş yaşam standardının çok daha altında kalan bir seviyeye düşürülmüştür. Alttan alta beslenen yolsuzluk ve rüşvet ağı, ülkemizi baştan aşağı boğucu bir sarmaşık gibi sarmış, adeta tutsak almıştır. Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından hazırlanan 2013 Dünya Yolsuzluk Raporunda Türkiye geçen yıla göre bir sıra yükselerek 117 ülke arasında, 53‘üncü sırada yer almıştır.
Bütün bu olumsuzlukların çok üzerinde büyük bir tehdit olarak nükleer tehlike geleceğimizi karatmak üzeredir.
Her türlü ulusal yasal ve çevresel denetimi saf dışı bırakan bir biçimde 2006 – 2013 Recep Tayyip Erdoğan kabinelerinin, uluslar arası anlaşmalarla, Mersin, Akkuyu ‘da Ruslara ve Sinop Merkez`inde de Japonlara nükleer enerji santralları kurdurtma girişimleri şaibelidir ve kesinlikle durdurulmalıdır.
‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti`nde Akkuyu Sahası`nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimineDair İşbirliğine İlişkin Anlaşma” 12 Mayıs 2010 tarihinde Ankara`da imzalanmıştır. Bu anlaşma hızla her iki ülke parlamentosunun onayından geçirilmiştir. 3 Mayıs 2013 tarihinde ise ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Nükleer Enerjinin Barışçıl Amaçlarla Kullanımına Dair İşbirliği Anlaşması‘ ile ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Japonya Hükümeti arasında Türkiye Cumhuriyeti‘nde Nükleer Güç Santrallerinin ve Nükleer Güç Sanayisinin Geliştirilmesi Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşma‘ Ankara`da Enerji Bakanı Yıldız ve Japon Dışişleri Bakanı tarafından imzalanmış, ardından da son sürat Sinop Nükleer Güç Santrali Projesi‘ni gerçekleştirmek üzere ‘Ev Sahibi Hükümet Anlaşması‘ 29 Ekim 2013`de, İstanbul`da Abe ve Erdoğan tarafından imzaya bağlanmıştır. Anlaşma halen Japon parlamentosunun onayını beklemektedir. TBMM ve Bakanlar kurulunun onayından geçen anlaşmanın altında imzası olan bakanların dördü 17 Aralık süreci sonrası görevlerinden alınmış isimlerdir.
İmza sürecinin haricinde Rusya ve Japonya ile yapılan anlaşmalar başka tuhaflıklar da içermektedir. İki anlaşmaya da konu olan nükleer santral tipleri dünyada henüz hiç kullanılmamış reaktör tasarımlarını içermektedir. Rus tasarımı santral depremsellik meselesine cevap verecek özelliklere ağırlık vermemiştir zira Rusya`da depremsellik tehlikesi Türkiye`deki aşırı boyutlarda değildir. Japonya ile yapılan anlaşma ise Plütonyum ticaretine kapı açmakta, Türkiye`yi Ortadoğu`nun gelecek nükleer silah malzemesi tedarikçileri arasına sokacak maddeler barındırmaktadır. Akkuyu ve Sinop için kapsamlı ve güncel bir yer lisansı çalışması ortada yoktur. Bu çalışmaları güdümlemesi ve denetlemesi beklenen TAEK /Türkiye Atom Enerjisi Kurumu yetersizliğini defalarca kanıtlamış, tamamen iktidara bağlı, siyasileşmiş bir kurumdur. Yakın zamanda TAEK, İzmir Gaziemir`de uluslar arası boyutta bir radyasyon skandalını ortada bırakıp kenara çekilmiş, yükümlülüklerini yerine getirmemiş, Gaziemirliler i yüksek seviyede radyasyon yayan cüruf havuzlarından bir tel örgü çekerek “korumaya almış” bir kurumdur. Çernobil ve Fukuşima felaketlerinde de kamuoyunu bilgilendirme ve koruma konusunda vahim ihmalleri ve kasıtlı karartmaları zaten Türk halkının belleğindedir.
Çernobil ve Fukuşima`nın dünyaya ve insanlığa bıraktığı izlerin gerçek boyutu henüz kavranırken, Türkiye gibi zaten 1986 nükleer felaketin gizli mağduru olan, sismik olarak dünyanın en hareketli coğrafyasına sahip, diğer yandan teknik ve hukuki alt yapısı ve mühendislik ve bilim adamı kadroları yetersiz bir ülkeye riskli ve kirli nükleer santraller pazarlaması ahlaken kabul edilemez.
Nükleer bir tesis diğer tüm endüstriyel ve enerji tesislerinden farklıdır, bir Marmaray gibi savsaklamalarla inşa edilemez. Ancak daha şimdiden savsaklama yaklaşımının emareleri ortaya dökülmektedir;
2013 Ekim ayında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından aldığı izinle Akkuyu sahasını ziyaret eden Milletvekili Aytuğ Atıcı, ÇED raporu olmamasına rağmen Akkuyu Nükleer Güç Santrali A.Ş.`nin, sahada Mersin Valiliği`nin verdiği “taşocağı işletmesi ruhsatı” ile inşa faaliyetini kepçeler, dozerler ve kamyonlar eşliğinde, binlerce ağaç keserek sürdürmekte olduğunu belgelemiştir. Çevre Kanunu`na göre ÇED süreci tamamlanmadan hiçbir izin ve ruhsat alınamaz; uluslar arası bir anlaşmaya tabi bu sahada Rus sermayeli şirketin Türk Kanunlarını çiğneyerek inşa faaliyetine girişmesi, gelecekte ne gibi ihlaller olabileceğinin bir işareti olarak nükleer konuda uzman kişileri derin bir kaygı ve endişeye sevk etmektedir.
Halkımızın ulusal çıkarları ve geleceği tehlike altındadır; ülkeyi kendi bireysel çıkarları doğrultusunda yönettiği anlaşılan bu hükümetin meşruiyeti kalmamıştır. On yıllık bir iktidarın, ülkenizi yüzyıla yakın bir süre bağlayacak olan şaibeli nükleer anlaşmalara verdiği imzalar Türk halkını bağlayamaz. Hem Rusya hem de Japonya ile yapılan bu anlaşmaların TBMM`de askıya alınmasını talep ediyor ve HALKIMIZDAN bu konunun ciddi takipçileri olmalarını ve masum gelecek kuşakların bugünkü kirlilikten korumalarını istiyoruz.
21. Yüzyıla varan Türkiye`de demokrasinin yerleştirilmesine giden yol, yurttaşların bireysel sorumluluklarını gereğinde ve zamanında yerine getirmesinden geçmektedir; masum gelecek kuşaklar daha iyi bir mirası hak etmektedir.
Japon karar vericileri de Türkiye`ye bu yönden bakmalıdır. Demokratik kurumların, halkın tercihlerinin devre dışı kaldığı bu süreçte, ülkemizle kuracakları ticari ilişkilerin zemininin sağlam olmadığını dikkate almalıdırlar. Fukuşima nükleer felaketini yaşamış bir ülkenin liderlerinin, tarih önünde ‘fırsatçı` ve ‘yaşama saygısı olmayan` politikacılar olarak nitelenmemeyi gözetmelerini umarız.
Nükleer Karşıtı Platform,
İstanbul 8 Ocak 2014