Kimse farkında değil ama ‘ucuz’ olacağı iddia edilen Akkuyu’daki nükleer santralin üreteceği elektriğe yüzde 48 oranında zam geldi. Hem de daha bir çivi bile çakılmadan. Olmayan nükleer santralin, üretmediği elektrik nasıl olur da zamlanır diye sormayın. Burası, ‘Yeni Türkiye’, burada tüm mucizelere yer var.
Türkiye, Mersin’de nükleer santral yapılması için 12 Mayıs 2010 tarihinde Rusya Federasyonu ile bir anlaşma imzaladı. Cebimizde, kurulması düşünülen dört nükleer reaktöre verilecek en az 20 milyar dolar olmadığı için Rusya’ya başka bir formül önerildi. “Santrali kendi sermayenle yap, sonra bize ürettiğin elektriği sat” dendi. Rusya da üreteceği elektriğe alım garantisi istedi. Türkiye, 15 yıl boyunca, ilk iki reaktörün üreteceği elektriğin yüzde 70’ini, diğer iki reaktörün üreteceği elektriğin ise yüzde 30’unu Rus devlet şirketi Rosatom’un Türkiye’deki uzantısı Akkuyu Nükleer A.Ş.’den satın almayı taahhüt etti. Fiyatı da belli, kilovatsaat başına 12,35 dolar sent. Ruslar cepten harcayacak ama yatırdıkları parayı daha sonra elektrik satarak fazlasıyla geri alacak. Kıyamet de burada kopacak. Anlaşma imzalandığında Merkez Bankası dolar kuru 1,52 TL’yi gösteriyordu. 17 Ekim itibariyle 1 doların karşılığı 2,25 TL’yi buldu. Olur da nükleer santral projesi gerçekleşirse, Rusya bize elektriği dört yıl önce imzaladığı anlaşmadaki fiyatın bir buçuk katı fazlasına satacak. O da, dolar bu fiyatta kalırsa. Dolar arttıkça zararımız daha da büyüyecek. Bugün inşaata başlansa ilk reaktör en erken 2020’de bitirilebilir. Zararı ya da zammı varın siz hesaplayın. Sinop’ta da durum farklı değil. Oradaki fiyat da kilovatsaat başına 11,8 dolar sent.
Türkiye’nin zararı sadece doların TL karşısında değer kazanmasıyla sınırlı değil. Yaptığımız ihracatın büyük bölümü Avrupa’ya. Gelirimiz avro ama başta petrol ve doğalgaz olmak üzere giderlerimiz çoğunlukla dolar üzerinden. Avronun dolar karşısında değer kaybetmesi işimizi daha da zorlaştırıyor.
Alım garantisi nükleere has değil, rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına da alım garantisi veriliyor diyebilirsiniz. Arada iki fark var. ‘Normal koşullarda’ yenilenebilir kaynaklara verilen alım garantisinin amacı serbest piyasada eşitliği sağlamak. Tüm dünyada bu mekanizma, temiz enerji kaynaklarının (rüzgar, güneş, jeotermal, biyokütle vb.) kirleten kaynaklara (kömür, doğalgaz ve nükleer) karşı eşit şartlarda rekabet edebilmesi için uygulanıyor. Kirletmemek için yaptıkları yatırımın karşılığı, alım garantisi verilerek bir anlamda yatırım desteğine dönüştürülüyor. Türkiye’de ise kirleten bir kaynağa teşvik veriliyor. Kaldı ki, tüm temiz enerji santralları bu garantiden faydalanmıyor. Birçoğu, ürettiklerini piyasaya satıyor, alım garantisine başvurmuyor.
İkinci fark ise alım garantisinin süresi ve miktarı. Yasaya göre rüzgar, jeotermal ve hidroelektriğe verilen alım garantisi 10 yıl. Nükleere ise 15 yıl. Üretilen elektrik miktarları da kıyaslanamaz. Şirket, Akkuyu santrali yapılırsa yılda 35 milyar kilovatsaat elektrik üreteceğini söylüyor. Türkiye’nin 245 milyar kilovatsaat elektrik tükettiğini düşünürsek, alım garantisi verilen miktar tüketimin 10’da biri. Hükümet acilen, tekelcilik, fiyat kontrolünün bir şirketinin eline geçmesi ve dolardaki artışla elektrik fiyatlarının nasıl artacağı konuları üzerine çalışsa iyi olur. Rusya’dan dolarla fiyatlandırılmış doğalgaz almak yerine yine dolarla fiyatlandırılmış elektrik almak neyi değiştirecek? Hiçbir şeyi.
Santral yapılırsa ihtiyacımız olmasa bile bu elektriği almak ya da bedelini ödemek zorundayız. Doğalgazda yıllar önce yaptığımız hatayı tekrar etmenin ne anlamı var? Rusya’nın doğalgazına muhtaç kalmamak adına, Rusya’nın Türkiye’de nükleer santral kurmasına izin verdiğimiz, nev-i şahsına münhasır ‘enerjide bağımsızlık’ projesi bizi sadece çevre ve dışa bağımlılık açısından değil ekonomik açıdan da zorlayacak.
Özgür Gürbüz-BirGün/19 Ekim 2014