“Fukuşima felaketi sürerken Sinop gibi bir cennet parçasına o teknolojiyi, Mitsubishi ve Fransızları getirmeye çalışmak Türkiye’ye artık ihanettir bile demiyorum da, hiçbir insanın aklına sığmayacak bir olaydır.”
Hande Tunca
Japonya’da 11 Mart 2011 tarihinde meydana gelen 9.0 büyüklüğündeki deprem ve yol açtığı tsunami sonucunda Fukuşima Nükleer Santrali’nde soğutma sisteminin devre dışı kalması ve ardından reaktörlerdeki kısmi erime ve patlamalar sonucunda oluşan nükleer felaketin üzerinden tam 3 yıl geçti. 9 Mart 2014’te, Nükleer Karşıtı Platform (NKP) Türkiye Kongresi’ni felaketin 3. yılında ülkemizde nükleer santral kurulması düşünülen Sinop’ta gerçekleştirdi. 7 Mart tarihinde Samsun’da başlayan etkinlikleri takiben 8 Mart tarihinde Sinop’ta halka açık bir panel ile etkinliklere devam edildi.
Etkinlikler kapsamında ülkemizdeki nükleer karşıtları bir araya geldi. Nükleer enerji uzmanı Prof. Dr. Hayrettin Kılıç da 3 gün boyunca süren panellerde ve Kongre’de gerek Fukuşima, gerekse nükleer enerji karşıtı mücadelelere dair bilgi, deneyim ve görüşlerini Sinop, Samsun halkı ve NKP bileşenleri ile paylaştı. Kendisi ile Fukuşima Nükleer Santrali “kazası”, etkileri ve Türkiye üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.
8 Mart tarihinde Sinop’ta düzenlenen panelde yaptığınız sunumda Fukuşima kazası sonrasında okyanusa karışan radyoaktif izotoplara dair birtakım veriler aktarmıştınız. Oradan başlayalım dilerseniz.
Öncelikle şunu belirtmek lazım ki Fukuşima kazası halen devam etmektedir. Çernobil kazasından farkı, Fukuşima 2,5 senedir hâlâ atmosfere ve denize radyoaktif izotopları veriyor.
Bir hafta öncesine kadarki durum şöyle: 2,5 senedir atmosfere ve denize yayılan radyasyon miktarı Çernobil’in yaklaşık 10 katıdır ve devam edecektir. Denizden çekilen suyu depolayacak yer kalmamıştır. Her gün, patlayan 3 reaktörü soğutmak için 500-600 ton radyoaktif su denize verilmekte. Bu radyoaktif izotoplar ile kirlenen Pasifik, Büyük Okyanus’un kıyılarında ve öteki kıyısındaki Amerika kıyılarında balıklarda radyoaktif izotoplar görülmekte. Fukuşima’dan denize yayılan sezyum, stronsiyum ve diğer yüzlerce izotop Yeni Zelanda kıyılarında tespit edildi. 3 rektörün denize vereceği radyoaktif su ve atmosfere vereceği izotopların önüne geçmeyi sağlayacak bir teknik yok. Ve bu 20-30 sene daha devam edecek.
Güvenlik bölgesini 30 km’den 20 km’ye düşürdüler, 200 binin üzerinde insan evlerini terk etti, bölgedeki bilhassa dağlık bölgelerdeki ormanlık alanlarda ve tarım alanlarında hiçbir şekilde üretim yapılmıyor, balıkçılık zaten bitti. Fukuşima, nükleer enerji üreten santrallerin sınır tanımadığını ve küresel bir problem olduğunu tekrar ortaya çıkardı.
IRKÇI ANAYASA’YA DÖNÜŞ
Bu konu ile ilgili birkaç hafta önce basında yer alan bir haber vardı. Radyoaktif suların depolandığı tankın bir vanasının yanlışlıkla açıldığına dair. Santralden bilim insanlarıysa yanlışlıkla açıldığını fakat deniz suyuna karışmadığını söyledi. O zaman dünya kamuoyuna bir yalan mı söylenmiş oluyor?
Şu önemli bir nokta, felaketin başladığından beri TEPCO şirketi ve Japon hükümeti hiçbir şekilde gerçek ölçümleri bildirmedi. Şu ana kadar elimizdeki gerçek bilgiler de bağımsız örgütlerin yaptığı ölçümler.
Fakat Japonya’da çok önemli bir gelişme var. 26 Kasım 2013’te Japonya Anayasası değişti. 1945 öncesi ırkçı Anayasa’ya döndüler. Devlet sırları güvenliği kapsamında yeni bir kanun çıkardılar. Buna göre, herhangi bir Japon vatandaşı Fukuşima’ya dair devletten habersiz herhangi bir veri aktarır, bulgu yayınlarsa hapis cezası 10 yıldan başlıyor. Yani şu andaki Japonya hükümeti konunun üzerini kapatmak istiyor. Tabii ki üzeri kapatılabilecek bir olay değil. Bağımsız örgütlerin yayınladığı verileri biliyoruz, Tokyo’da şu anda kirlilik var. Bildiğiniz gibi binlerce genç Tokyo’ya olimpiyatlar için gidecek. Kanımca bu olimpiyatlar iptal edilecek.
Teknik anlamda deniz suyuna ve atmosfere yayılan radyoaktif izotopların süreç içerisindeki seyri ne olacaktır. Okyanustan akıntı ile yayılan izotopların zaman içerisindeki değerlerine dair bir veri var mı?
Var. Şu ana kadar ve önümüzdeki 25-30 sene içerisinde okyanusa yayılacak radyoaktif izotopların çekilmesi, arındırılması imkansızdır. Ayrıca bunların yarılanma ömrü yüzbinlerce yılı bulacak, hiçbir şey yapamazsınız bununla ilgili. Atmosfere 2,5 senedir yayılan izotoplar, dünyanın dönmesi sonucunda her geçen gün katlanarak büyüyor. Bunun için de yapılacak hiçbir şey yok. Bu izotopların tarım alanlarına ve suya karıştığı noktada, doğrudan kansere sebep olacaktır.
Denize karışan radyoaktif kirlenme aynı şekilde ve benzer yollarla yer altı sularına da karışmış mıdır? Bir diğer açıdan, bu radyoaktif kirlenmenin ülkemiz ile ilgili boyutları nedir?
Japonya’da zaten karıştı. Amerika’da ve Avrupa ülkelerinde sürekli günlük ölçümler yapılıyor. Fakat Türkiye’de böyle bir ölçüm yapıldığını sanmıyorum. Besin zincirine karıştığı ya da çok yakın zamanda karışacağı kesin.
Toplumcu Mühendisler ve Mimarlar Meclisi Enerji Komisyonu’ndaki arkadaşlarımızla yaptığımız araştırmalarda şöyle bir veriye ulaşmıştık; tehlikeli sınır olarak belirlenen radyasyon değerlerine dair, seneler içerisinde 730 kat değişen birtakım veriler var. Geçmiş yıllarda, tehlikeli olarak görülmeyen bir radyasyon değeri, seneler içerisinde elde edilen yeni araştırmalar sonucunda değişiyor ve bugün için çok tehlikeli kanser riski değerleri olarak yenileniyor. Buna dair, geçmişe dönük herhangi bir yargılama süreci gerçekleştirilemiyor mu? Atmosfere yayılan birçok sınır değerler üzerinde radyoaktif izotop var, toplumlarda kanser oranları yükseldi. Şu an geriye dönük hiçbir şekilde bu şirketlere dair dava açma hakkımız yok mu?
Türkiye’deki hukuk durumunu sizler de çok iyi biliyorsunuz. Mesela, İzmir Gaziemir’deki nükleer atıklara dair açılan davaların çoğu reddedildi, biz bunu Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na götüreceğiz. Yine Manisa’da çıkan kirliliklere dair NKP İzmir ekibi, bununla ilgili birtakım çalışmalar yapacak.
11 Mart felaketinin üçüncü yılı dolmuşken, sizin bu konuda ekleyeceğiniz ilave bir görüş var mıdır?
Böyle bir felaket devam ettiği bir sırada; Sinop gibi bir cennet parçasına o teknolojiyi, Mitsubishi ve Fransızları getirmeye çalışmak Türkiye’ye artık ihanettir bile demiyorum da, hiçbir insanın aklına sığmayacak bir olaydır. Bütün Avrupa ülkeleri vazgeçiyor, Amerika’da 30 yıldır bir tane nükleer santral yapılmadı, fakat birdenbire Türkiye iki tane nükleer santral yapmaya karar verdi. Fakat tabii Türkiye’ye nükleer santral yapılması jeopoliktir. Türkiye’ye enerji üretmek bile değildir, İslam dünyasında nükleer bir güç olmak içindir.
Son olarak, Avrupa’da özellikle Fukuşima nükleer kazası sonrasında mevcut santrallerin kapatılması kararı alındı. Fakat, kimi nükleer yanlısı lobilerin söylediği şu: “Zaten bu santraller ömrünü tamamlamıştı. Fukuşima kazası buradaki ekipmanların güvenliğine dair de bir işaret verdi, dolayısıyla bunlar yenilenecek. Dünya başta Fransa olmak üzere nükleerden vazgeçmiş değildir.” Siz bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bunlar tipik nükleer kartelin propagandasıdır. Nükleer kartel bildiğiniz gibi Fukuşima’dan önce nükleer bir Rönesans yaratmıştı. En az 600-700 tane yeni nükleer santral yapılacak deniliyordu. Bunlar Fukuşima kazasından sonra durdu. Nükleer kartel “en iyi defans en iyi hücumdur” diyerek şuanda dört koldan propagandaya başladılar. Fakat az önce de söylediğim gibi, Batı ülkelerinde nükleer Rönesans bitmiştir. Şu anda nükleer kartelin tek pazarı Uzak Doğu ve Ortadoğu’dur.
Bu haber 17.03.2014 tarihinde http://haber.sol.org.tr/kent-gundemleri/ihaneti-gectim-insan-aklina-sigmaz-haberi-89454 adresinde yayınlanmıştır.